Musa
Aleyhisselâmın Soyu:
Mûsâ b.İmran[1], b.Yashür[2], b.Kahis, b.Lâvi, b.Yâkub[3], b.İshak,
b.İbrahim Aleyhisselâm´dır. [4]
Mûsâ b.İmran Aleyhisselâmla Hârûn b.İmran Aleyhisselâm[5], Ana-Baba
bir[6] kardeş idiler. [7]
Harun Aleyhisselâm, Mûsâ Aleyhisselâmdan bir yaş büyüktü. [8]
Mûsâ
Aleyhisselâmın Şekil Ve Şemaili:
Musa Aleyhiselâm; uzun boylu, esmer tenli[9], yüksek burunlu[10], hafif
etli[11], kıvırcık saçlı idi. [12]
Kendisinin, kulaklarına kadar uzanan düz saçlı olduğu da, rivayet
edilir. [13]
Sağ elinde (Nübüvvet Ben´i) vardı. [14]
Kendisini gören, Şenûe kabilesi erkeklerinden birisi sanırdı. [15]
Harun
Aleyhisselâmın Şekil Ve Şemaili:
Hârûn Aleyhisselâm; Mûsâ Aleyhisselâmdan daha uzun boylu[16], daha
etli, daha beyaz tenli, daha geniş sırtlı idi.[17]
Açık ve düzgün dilli, yumuşak huylu idi. Kendisinin alnında da, bir Ben
vardı. [18]
Mısırda
İsrail Oğullarına Yapılan Zulümler Ve Mûsâ Aleyhisselâmın Doğuşu :
Yûsuf b.Yâkub Aleyhisselâmın zamanındaki ikinci Firavun[19] Amr
b.lmlak, b.Lavez, b.Sâm soyundan gelen Reyyan b.Velîd olup Yûsuf
Aleyhisselâm, onu, Allah´a, imana davet etmiş ve iman ettirmişti.
Reyyan´ın ölümünden sonra yerine geçen ve aynı soydan gelen Kabus
b.Mus´-ab´ı da, Allah´a imana davet etmişse de, ona, kabul
ettirememişti. [20]
Kabus, kâfir[21] ve zorba idi. [22]
Âsiye bint-i Müzahim b.Ubeyd, b.Reyyan, b.Velîd ile de, evli idi.
Kabus b.Mus´ab ölünce, yerine, kardeşi Velîd b.Mus´ab geçti ve
Kardeşinin zevcesi hayırlı kadınlardan Âsiye hatunla da, evlendi.
Velîd b.Mus´ab, kardeşi Kabus´dan daha Zorba, daha kâfir, daha azgındı.
Mısır Firavunları arasında, ondan daha uzun ömürlüsü, dndan daha
kabası, daha katı kalblisi, İsrail oğullarına, ondan daha kötü ve ağır
işkence yapanı, görülmemişti.
Firavun Velîd; İsrail oğullarını, köle ve hizmetçi olarak çalıştırırdı.
Onları, sınıflara ayırıp bir sınıfını, yapı işlerinde, Bir sınıfını,
çift sürme ve ekin ekme işlerinde, Bir sınıfını da, pislik temizleme
işlerinde kullanırdı.
İsrail oğullarından, sanatı bulunmayanları ise, Cizye ile, Vergi ile
mükellef kılar, onlara, işkencenin en kötüsünü yüklerdi. [23]
Velid b.Mus´ab, Mısır Firavunlarının üçüncüsü idi.[24]
Velid b.Mus´ab; kavmini, elli yıl, putlara tapmağa davet edip kendisine
muhalefet edilmediğini, emrinin, yerine getirildiğini görünce, onları,
bir araya toplamış:
"Ben, sizin en yüksek Rabbinizim!" demiş, putlara tapmaktan menederek
kendisine tapmağa davet etmiş. İsrail oğullarına da, bunu teklif edip:
"Eğer, bana taparsanız, âzâd olursunuz, aksi takdirde, en ağır
işkencelere uğratılırsınız!" demişti.
İsrail oğulları, Firavunun teklifini kabul etmemiş, Atalarının Millet
ve Şeriatından dönmemişlerdi.[25]
Mûsâ Aleyhisselâmın doğumunun yaklaştığı sıralarda idi ki, Firavun
Velîd; rü´-yâsında, Beytülmakdis tarafından gelen bir ateşin, Mısır
evlerini sararak Kıbtî evlerini yakıp harap ettiğini, İsrail
oğullarına aid evlere ise, dokunmayıp geri bıraktığını gördü!
Bunun üzerine, Sihirbaz, Kâhin, Falcı ve İzcileri, yanına çağırarak
rü´yâsını, onlara anlattı.
Onlar da:
"Her halde, İsrail oğullarının geldikleri şu Beytülmakdis´den bir adam
çıkacak, Mısırı, mahv etmeye yönelecek!" dediler.
Mûsâ Aleyhisselâmın doğma zamanı yaklaşınca, Firavunun Müneccimleri,
Kâhinleri, onun yanına gelerek:
"İyi bil ki: biz, ilmimizde bulduk ki[26]: İsrail oğullarından bir
erkek çocuk doğacaktır.
Kendisinin, doğma zamanı da, yaklaşmıştır.
O, senin mülk´ü saltanatını, senden çekip alacak, senin saltanatını
yenecek, seni, ülkenden çıkaracak ve senin dinini de, değiştirecektir!"
dediler[27]
Firavun ile adamları da, Allanın, İbrahim Aleyhisselâmın neslinden
Peygamber ve hükümdarlar göndermeyi va´d etmiş olduğu konusunu
konuştular.
Meclisde bulunanlardan biri:
"İsrail oğulları: Bir Peygamber ve hükümdarın geleceği şüphesizdir!
diyerek bunu bekliyorlar.
Onlar, eskiden, bu Peygamber ve hükümdar´ın Yûsuf olduğunu sanıyorlardı.
Fakat, o, öldükten sonra, İlâhî Va´d´in, bundan ibaret olmadığı
kanâatine vardılar" dedi.
Firavun:
"O halde, İsrail oğulları hakkında ne düşünüyorsunuz?" diye sordu.
Ellerine, kasap bıçağı verilecek Celladların, İsrail oğulları arasında
dolaştırılarak, her doğan erkek çocuğun öldürülmesi! görüşünü ileri
sürdüler. [28]
Bunun üzerine, Firavun; İsrail oğullarından doğacak her erkek çocuğun
öldürülmesini ve kız çocuklarının sağ bırakılmasını emretti.
Kendi kavminden olan kadın Ebeleri de, yanına toplayarak onlara,
doğumda, İsrail oğullarından ellerine düşecek erkek çocukları, muhakkak
öldürmelerini emretti.
Kadın Ebeler de, aldıkları emri yerine getirmeye başladılar:
İsrail oğullarının gebe kadınları, ya keskin kamışlar üzerinde ayakta
durdurulmak gibi dayanılmaz işkencelere uğratılarak çocuklarını
düşürmek, ya da, keskin kamışların üzerine basamayarak çocuklarının
üzerine basmak zorunda bırakılıyor, böylece, bütün erkek çocuklar, yok
ediliyordu! [29]
İsrail oğullarının yaşlıları arasında da, ölüm hızlandı. [30]
Mısırın yerlileri; İsrail oğullarından doğan erkek çocukların yok
edildiğini, ihtiyarların da, ecelleriyle ölüp gittiklerini görünce,
telaşlandılar ve birbirlerine:
"Onlar, böyle yok olup gittikten sonra, onlar tarafından görülen ağır
işler ve hizmetleri, biz, görmek zorunda kalacağız.
Bunun için, onların doğan erkek çocuklarını, bir yıl, tamamı ile
öldürünüz de, oğulları, azalsın.
Bir yıl da, sağ bırakınız, hiç birini öldürmeyiniz de, onlar, büyüyüp
yaşlılardan ölenlerin yerini doldursun!
İsrail oğulları, böyle sağ bırakılanlarla çoğalamazlar!" dediler.
Yine de, onların çoğalmalarından ve öldürülenlerle azalmayacağından
korku-yorlardı. [31]
Bunun üzerine, Kıbtîlerin Başkanları, Firavunun huzuruna girerek: "Şu
İsrail oğulları kavmi arasında ölüm, çoğaldı.
Yakında, bütün ağır işler, bizim üzerimize, bizim oğullarımızın ve
kölelerimizin üzerine kalacak!
Onların, bütün erkek çocuklarını öldürüyorsun. Küçükleri, büyüyemiyor,
büyükleri de, tükeniyor.
Sen, onların erkek çocuklarını sağ bıraksan, iyi olur!" dediler.
Bunu üzerine, Firavun,-erkek çocukların, bir yıl öldürülüp bir yıl sağ
bırakılmasını emretti.
İşte, Hârûn Aleyhisselâm, erkek çocukların öldürülmediği yılda sağ
bırakılmıştı.
Mûsâ Aleyhisselâma ise, annesi, erkek çocukların öldürülmesi emredilen
yılda hâmile kalmıştı. [32]
Mûsâ Aleyhisselâmın annesi, onu, doğuracağı zaman, başına gelecek
halden tasalanınca[33], Yüce Allah, Mûsâ Aleyhisselâmın annesine:
"Onu, emzir!
Onun hakkında sana bir tehlike gelirse, kendisini, denize (Nîl´e)
bırak! (Onun boğulacağından) korkma, kederlenme.
Çünki, biz, onu, sana geri döndüreceğiz
Hem, onu, Peygamberlerden biri de, yapacağız!" diye Vahy etti. [34]
Mûsâ
Aleyhisselâmın Evlad Edinilip Firavun´un Sarayında Büyütülmesi:
Annesi, Mûsâ Aleyhisselâmı, doğurdu ve emzirdi. Sonra da, bir Marangoz
çağırıp bir Tâbut yaptırdı.
Anahtarını, tâbut´un içine koydu.
Mûsâ Aleyhisselâmı da, Tâbut´un içine yerleştirdikten sonra, Tâbutu,
Nil nehrine bıraktı.
Mûsâ Aleyhisselâmın kız kardeşine de:
"Kardeşinin izini tâkib et!" dedi.
Kız kardeşi, uzaktan, onun peşinden gitti.
Firavun´un adamları, kızın, Mûsâ Aleyhisselâmın kız kardeşi olduğunu
veya Mûsâ Aleyhisselâmın Tâbutunu tâkib ettiğini anlamadılar.
Dalga, tabutu, bir yukarıya kaldırıyor, bir aşağıya indiriyordu.
En sonunda, Tabutu, Firavunun konağı yanındaki ağaçlığa götürüp soktu.
O sırada, Firavun´un zevcesi Âsiye hatunun, Nîl nehrinde yıkanmakta
olan cariyeleri, Tâbutu bulup Âsiye hatunun önüne koydular.
Onlar, Tâbut´un içinde mal var sanıyorlardı.
Âsiye hatun; Tâbut´un içindeki çocuğu görünce, kalbinde, ona karşı bir
şefkat ve sevgi duydu.
Firavun´a haber verdiği zaman, Firavun; onu, boğazlamak istedi ise de,
Âsiye hatun, onu öldürmekten vaz geçirinceye, bıraktırıncaya kadar
konuştu.
Firavun ise:
"Ben, bunun, İsrail oğullarından olmasından ve helakimizin, bunun
eliyle vuku´ bulmasından korkuyorum!" demekte idi.
Mûsâ Aleyhisselâm için süt annesi aramağa başladılar.
Fakat, Mûsâ Aleyhisselâm, bulunan kadınlardan hiç birinin sütünü ağzına
al-mayordu.
Oysa ki, kadınlar, Firavunun katında derece ve para kazanmak için Mûsâ
Aleyhisselâmı emzirmeyi çok arzu ediyorlardı.
Mûsâ Aleyhisselâmın kız kardeşi, onlara:
"Ben, size; bu çocuğa iyi bakıp emzirecek ve terbiyesi hususunda kusur
göstermeden ona iyiliklerde bulunabilecek bir aile göstereyim mi?"
dedi.
Bunun üzerine, Mûsâ Aleyhisselâmın kız kardeşini yakalayıp:
"Sen, bu çocuğu, tanıdın! Bize, onun ailesini göster!" dediler.
O da:
"Ben, çocuğu da, ailesini de, tanımıyorum.
Ben, ancak, Kral hakkında iyi niyet ve dilekte bulunan bir aile demek
istedim!" diye cevap verdi.
Annesi, yanına geldiğinde, Mûsâ Aleyhisselâm, onun memelerinden, süt
emmeye başladı.
Annesi, az kalsın:
"Bu, benim çocuğum!" dey i verecekti!
Fakat, Yüce Allah, onu, bundan korudu.
Çocuğun Mûsâ adını alması, kendisinin, ağaçlık içinde ve suda
bulunmasından ileri gelmişti.
Çünki, Kıbtîce: Mu: su, Sa da, ağaç demektir.
Mûsâ Aleyhisselâm, yürüyecek yaşa geldiğinde, annesi, onu oynatıyordu.
Bir gün, Âsiye hatun, onu, Firavun´a uzatarak:
"Benim ve senin için göz aydınlığı olan çocuğu, al!" demişti.
Firavun:
"Bu, benim için değil, senin için göz aydınlığıdır!" diye karşılık
verdi.
Eğer, Firavun:
"Benim için de, göz aydınlığıdır!" demiş olsaydı, belki, kendisine imân
etmek nasîb olurdu.
Fakat, o, bu sözü söylemekten kaçındı.
Firavun, onu, kucağına alınca, Mûsâ Aleyhisselâm, Firavunun sakalını
çekip yoldu!
Firavun, kızıp:
"Celladları, yanıma çağırınız! Bu, o´dur!" dedi ise de, Âsiye hatun:
"Bu çocuğu, öldürmeyiniz! Belki, bize faydası dokunur, yahud, kendimize
ev-lad ediniriz!
O, daha çocuktur. Aklı, ermez. Bunu, ancak, çocukluğundan, yapmıştır.
Sen, Mısırlılar arasında süs eşyası, benden daha zengin bir kadın
bulunmadığını, bilirsin.
Ben, onun önüne, süs yakutlarından birini koyacağım.
Kendisine bir de, ateş koru koyacağım.
Eğer, Yakutu, alırsa, o, akıllı demektir.
Eğer, eline ateş korunu alırsa, o, sabidir" dedi.
Âsiye hatun, onun için, bir Yakut çıkardı.
İçinde ateş koru bulunan bir tası da, Mûsâ Aleyhisselâmın önüne
koydurdu.
Cebrail Aleyhisselâm gelerek Mûsâ Aleyhisselâma, ateş koruna el attırdı.
Ateşi, ağzına götürünce, Mûsâ Aleyhisselâmın dili yandı.
Nihayet, Firavun, Mûsâ Aleyhisselâmı, oğul edindi. Kendisine (Firavunun
Oğlu) denildi.[35]
Mûsâ
Aleyhisselâmın Delikanlı Oluşu Ve Elinden Bir Kaza Çıkışı:
Mûsâ Aleyhisselâm, Firavunun sarayında büyümüş, Firavunların
hayvanlarına biner, onların elbiselerinden giyer olmuştu.
Kendisine: (Firavunun Oğlu Mûsâ!) derlerdi.
Bir gün, Firavun, hayvana binerek gezmeye gitmişti.
Mûsâ Aleyhisselâm, saraya gelince, Firavun´un, hayvana binerek gezmeye
gittiğini söylediler.
Bunun üzerine, Mûsâ Aleyhisselâm da, bir hayvana binip Firavunun
arkasından gitti. Öğle yemeği zamanı, şehre girdi.
Dükkânlar, kapalı olduğundan, yollarda, hiç kimse yoktu.
Mûsâ Aleyhisselâm; yolda, biri, kendisinin kavmi İsraillerden, diğeri
de, onun düşmanı, Firavunlara mensub olan iki kişinin kavga etmekte
olduklarını gördü.
Kendi kavminden olan adam, Mûsâ Aleyhisselâmdan yardım isteyince, Mûsâ
Aleyhisselâm, Kıbtî´nin göğsüne, bir yumruk vurdu. Vurur vurmaz, onu,
öldürdü.
Mûsâ Aleyhisselâm: "Bu, şeytan´ın işidir. Şeytan, insanı, açıkça
azdıran bir düşmandır.
Ey Rabb´im! Bu adamı, öldürmekle, kendime yazık ettim! Suçumu bağışla!"
dedi.
Rahman ve Rahîm olan Allah, onu, afvetti. Mûsâ Aleyhisselâm:
"Ey Rabb´im! Hakkımda gösterdiğin bu lutûf ve ihsana karşı, bir şükrâne
olmak üzere, günahkârlara arka olmayacağıma ve onlara yardım
etmeyeceğime söz veriyorum!" dedi.
Mûsâ Aleyhisselâm; yaptığı şeyden korkmuş ve kötü bir netice bekler bir
halde, şehirde sabaha çıktı.
Sokakta dolaşırken, bir gün önce, kendisinden yardım istemiş olan adam,
tekrar yardım ister ve feryad eder bir halde, Mûsâ Aleyhisselâmın
karşısına çıktı.
Mûsâ Aleyhisselâm:
"Sen, azgınlığı, apaçık gözüken bir kimsesin!" dedikten sonra, yine,
ona, yardım etmek üzere ilerledi.
Kıbtî, ağır sözler söylediği için, Mûsâ Aleyhisselâm, onu, şiddetle
yakalamak üzere, yürüyünce, İsrail oğullarına mensup adam, kendisine
saldıracağını sanarak, Mûsâ Aleyhisselâma:
"Ey Mûsâ! Dün öldürdüğün adam gibi, beni de mi öldürmek istiyorsun?
Sen, Mısır toprağında, ancak, Zorba kesilen bir kimse oldun! Sulh ve
iyilik seven bir adam değilsin!" dedi.
Bunun üzerine, Mûsâ Aleyhisselâm, onu, kendi haline bıraktı.
Fakat, Kıbtî, dünkü adamın, Mûsâ Aleyhisselâm tarafından öldürülmüş
olduğunu halk arasında yaydı.
Firavun:
"Onu, yakalayınız. Bizim adamımızdır.
Onu, büyük caddelerde değil de, küçük yollarda arayınız!
Kendisi, genç olduğu için, büyük yolları, bilemez!" dedi.
Gerçekten de, Mûsâ Aleyhisselâm, küçük yollardan giderdi.
Şehrin ortasından bir adam, koşarak gelip:
"Ey Mûsâ! Mısır Eşrafı, seni, öldürmek üzere toplandılar. Senin
hakkında konuşuyorlar.
Hemen, buradan çık, git!
Şüphe yok ki, ben, senin iyiliğini dileyenlerdenim?" dedi.[36]
Mûsâ
Aleyhisselâmın Medyen´e Götürülüşü:
Mûsâ Aleyhisselâm; korku içinde, işin sonucunu bekler bir halde
şehirden çıktı. "Ey Rabb´im! Beni, bu zâlim kavmin elinden kurtar!"
diye yalvardı.
O sırada, elinde kısa mızrak tutan, atlı bir Melek, Mûsâ Aleyhisselâmın
yanına geldi, ve:
"Beni, arkamdan takip et!" dedi.
Mûsâ Aleyhisselâmı, Medyen´e kadar götürdü.
Mısırla Medyen arası, sekiz gecelikti.
Mûsâ Aleyhisselâmın, ağaç yapraklarından başka yiyeceği yoktu.
Mûsâ Aleyhisselâm, Medyen şehrinin kapılarından birinin yanına
geldiğinde, toplanmış bir çok kişinin hayvanlarını sulamakta
olduklarını gördü.
Onların gerisinde iki kadın da, vardı ki, kalabalık yüzünden, suya
yaklaşamı-yorlardı.
Mûsâ Aleyhisselâm, onlara:
"Nedir derdiniz? (Ne için suya yaklaşmıyorsunuz?) diye sordu.
Kızlar:
"Biz, zaitleriz, erkeklerin arasına sokulamıyoruz.
Çobanlar, hayvanlarını sulayıp götürmeden önce, biz, su alamıyoruz.
Babamız da, çok ihtiyar bir kimsedir." dediler.
Mûsâ Aleyhisselâm, onlara acıdı.
Kuyuya yaklaşarak kuyunun üzerindeki büyük taş kapağı, kaldırdı.
Halbuki, Medyenlilerden, müteaddid kimseler bir araya gelmedikçe, onu,
kaldıramazlardı.
Mûsâ Aleyhisselâm, kovayı alıp kuyudan su çekti. Kızlar, koyunlarını,
suladılar. Sonra, babalarının yanına döndüler.
Halbuki, bundan önce, onlar, koyunlarını, ancak havuzda arta kalan su
ile sularlardı.
Mûsâ Aleyhisselâm, oradaki bir ağacın gölgesine çekilerek:
"Ey Rabb´ım! Cidden ben, bana indirdiğin hayrdan dolayı bir fakirim!"
dedi.[37] "
O, bunu, söylediği zaman, biri, ona bakmış olsaydı, açlığın
şiddetinden, bar-saklarının, yeşillenmiş olduğunu görürdü.
Böyle olduğu halde, o, Allâh´dan bir lokmadan fazla bir şey
istemedi.[38] Kızlar, evlerine döndükleri zaman, babaları, onlara:
"Gece olmadan gelişiniz, neden çabuk oldu?" diye sordu.
Onlar da:
"Salih bir Zat bulduk. Bize, acıdı. Davarlarımızı, sulayıverdi"
diyerek[39] Mûsâ Aleyhisselâmın yaptığı iyiliği, Babaları Şuayb
Aleyhisselâma haber verdiler. [40]
Şuayb Aleyhisselâm, kızlarından birisine:
"Git, onu, bana çağır!" diyerek[41] onlardan birisini[42] -ki, Mûsâ
Aleyhisselâma zevce olacak olanını[43], ona, gönderdi. [44]
O da, yüzünü örtüp[45] utana utana Mûsâ Aleyhisselâmın yanına vardı.
Ona:
"Bize yaptığın sulama hizmetinin ücretini sana ödemesi için, Babam,
seni, çağırıyor!" dedi. [46]
Çağırılma sebebi hakkındaki söz, Mûsâ Aleyhisselâmın hoşuna
gitmediğinden, önce, davete icabet edip gitmek istemedi ise de,
orasının, yırtıcı ve vahşî hayvanların durağı korkunç bir yer olduğunu
düşünerek, onunla gitmekten başka çâre bulamadı. [47]
Kalkıp ona:
"Haydi, yürü!" dedi. [48]
Kız, öne düşüp yürüdü.
Mûsâ Aleyhisselâm da, onu, tâkıb etti. [49]
Giderlerken, rüzgâr, kızın elbisesini yukarı kaldırıp ta, arkası,
açılıp görününce[50], Mûsâ Aleyhisselâm, onun arkasına bakmak
istemedi[51]
Ona bakmamak için, yüzünü, bir kere ondan başka tarafa çevirdi, bir
kere de, gözünü, yumdu ve:
"Ey Allâhın kulu kadın! Sen, benim arkamda ol! [52] Arkamda yürü! [53]
Yanılırsam, [54] yanıldığım zaman, [55] sen, bana sözünle[56], doğru
yolu buluncaya kadar, ayaklarıma atacağın çakıl taşları ile[57] yol
göster[58].
Çünkü, biz Ehl-i Beyt[59] Yâkub Oğulları [60], kadınların, açılan
arkalarına bakmayız!" dedi. [61]
Mûsâ Aleyhisselâm, gelip Şuayb Aleyhisselâmın yanına girdiği zaman,
akşam yemeği hazırlanmıştı.
Şuayb Aleyhisselâm:
"Ey genç! Otur, yemek ye!" dedi.
Mûsâ Aleyhisselâm:
"Allâha sığınırım!"´[62] diyerek yemek yemekten kaçındı. [63]
Şuayb Aleyhisselâm:
"Ne için böyle yapıyorsun? [64] Sen, aç değil´misin?" diye sordu.
Mûsâ Aleyhisselâm:
"Evet! Ben, ac´ım. Amma, bunun, koyunlarınızı sulamanın karşılığı
olmasından korkarım.
Ben, öyle bir Ehl-i Beyt´tenim ki, biz, Âhiret emellerinde hiç bir
şeyi, dünya dolusu altına satmayız!" dedi.
Şuayb Aleyhisselâm:
"Hayır! Vallahi, ey genç! Bu yemek, hizmet karşılığı, değildir. [65]
Bu, ancak, Atalarımın[66] âdetidir[67] Biz, konukları, ağırlarız ve
onlara yemek ye-diririz!" dediği zaman[68], Mûsâ Aleyhisselâm, oturup
yemek yedi. [69]
Mûsâ Aleyhisselâm, Şuayb Aleyhisselâma, başından geçenleri anlattı.
Şuayb Aleyhisselâm:
"Korkma! O zâlimler güruhundan kurtuldun!" dedi.[70]
Mûsâ
Aleyhisselâmın Şuayb Aleyhisselâma Dâmad Oluşu:
İki kızdan, Mûsâ Aleyhisselâmı, çağıranı Şuayb Aleyhisselâma:
"Babacığım! Onu, ücretle çoban tut!
Çünkü, ücretle çalıştırdıklarının en hayırlısı, hiç şüphesiz, o güçlü
ve emîn adamdır!" dedi.
Şuayb Aleyhisselâm:
"Haydi, onun cok güçlü olduğunu, kuyunun ağzındaki ağır taşı,
kaldırdığını görünce, anladın[71]; onun emniyetli olduğunu, sana
anlatan şey nedir?" dedi. [72]
Kız:
"Ben, onun önünde yürüyordum...
O, bana, hıyanet etmek istemeyip arkasından yürümemi, emretti." dedi.
[73]
Bunun üzerine, Şuayb Aleyhisselâmın, Mûsâ Aleyhisselâma rağbet ve
teveccühü arttı[74]:
"Ben, iki kızımdan birini -sen, bana, sekiz yıl ecîrlık etmek üzre-
sana nikâhla-mayı arzu ediyorum.
Eğer, (hizmetini) on (yıl)a tamamlarsan, o da, kendinden. (Bununla
beraber) arzu etmem ki, sana, zorluk çektireyim.
İnşâallâh, beni, Sâlihlerden bulacaksın!" dedi.
Mûsâ (Aleyhisselâm):
"O, seninle benim aramdadır.
Bu iki müddetten hangisini ödersem, demek ki, bana karşı, bir husûmet
yoktur.
Allah da, şu dediğimizin üstünde bir Vekîl´dir." dedi. [75]
Şuayb Aleyhisselâm[76], kızlarından birine[77], Mûsâ Aleyhisselâmla
evlendirmek istediği kızı Safura´ya[78], Mûsâ Aleyhisselâmın,
davarları yayarken yararlanması için[79] bir Asa getirmesini emretti.
Kız da; bir Asa getirdi ki, bu Asa, insan suretine girmiş bir Melek
tarafından, Şuayb Aleyhisselâma bir Vedîa, bir emânet olarak tevdi´
edilmiş olup[80] yanında bulunuyordu. [81]
O zaman, Peygamberlerin Asaları, Şuayb Aleyhisselâmın yanında idi. [82]
Şuavb Aleyhisselâm, kızının Emânet Asayı getirdiğini görünce[83], onu,
geri verdi[84] ve başka bir Asa getirmesini, ona emr etti. [85]
Kız, Asaların bulunduğu yere girdi, bir Asa alıp getirdi.
Babası, onu, görünce;
"Hayır! Bundan başkasını, getir!" dedi.
Kız, her defasında, onu, yerine bırakıp başkasını almak istedikçe, hep
eline, o Asa, düşüyor, geliyor[86], eline, başkası, düşmüyor,
gelmiyordu[87].
Nihayet, Şuayb Aleyhisselâm, o Asa´yı, Mûsâ Aleyhisselâma verdi:
"Al bunu, yanında bulunsun! Yırtıcı hayvanları, kendinden ve
koyunlarından men edersin!" dedi. [88]
Mûsâ Aleyhisselâm, onu, eline alarak davarları, yaymağa gitti. [89]
Asa: Avsec ağacındandı. [90]
Asanın baş tarafı, iki çatallı, ucu da, eğri ve kancalı idi. [91]
Şuayb Aleyhisselâm; Asa´yı, Mûsâ Aleyhisselâma verdiği zaman[92], onun,
yanında bir Vedîa, bir Emânet olduğunu düşünerek nadim oldu. [93]
Asayı, Mûsâ Aleyhisselâmdan geri almak için[94] gitti. Ona,
kavuşunca[95]:
"Asa´yı, bana geri ver!" dedi.
Mûsâ Aleyhisselâm:
"O, benim Asam´dır"[96] diyerek Asayı geri vermeğe yanaşmadı. [97]
En sonunda, kendileriyle karşılaşacak[98], yanlarına gelecek[99] ilk
adamı, Hakem yapmağa ve onun vereceği hükme razı oldular. [100]
O sırada, insan suretine girmiş[101] bir Melek, yürüyerek yanlarına
geldi. [102]
"Asa´yı, yere koyunuz! Onu, yerden, kim kaldırabilirse, o, onundur,
diye, hüküm verdi.[103]
Mûsâ Aleyhisselâm, Asa´yı, yere koydu. [104]
Şuayb Aleyhisselâm, onu, kaldırmağa güc yetiremedi.
Mûsâ Aleyhisselâm, Asa´yı, eliyle tutup kaldırdı. [105]
Şuayb Aleyhisselâm, bunu, görünce[106], Asayı, Mûsâ Aleyhisselâma
bıraktı. [107]
Mûsâ Aleyhisselâm, Şuayb Aleyhisselâm in yanında, Allâhın dilediği
kadar kaldıktan sonra, ayrılmak için, izin istedi. [108]
Kurân-ı
Kerimin Mûsâ Aleyhisselâmla İlgili Hadiseler Hakkındaki Açıklaması:
"...Bunlar (gerçekleri) apaçık bildiren Kitabın âyetleridir.
Mûsâ ile Firavun haberinden bir kısmını, iman edecek bir zümre(nin
yararlanması) için, hakk olarak sana okuyacağız.
Hakîkat, Firavun, o yerde (Mısırda) tegallübe (aşın zulme) kalktı. Ora
ehâlisini, fırkalar haline getirdi.
Onlardan bir zümreyi za´fa uğratıyor, onların oğullarını boğazlıyor,
kızlarını, diri bırakıyordu.
Çünki, o, fesadcılardandı.
Biz ise, istiyorduk ki, o yerde za´fa uğratılanlara lütfedelim, onları,
(hayrda) muk-tedâbihler yapalım. Onları (Firavun mülkünün) varisler(i)
kılalım.
Onlara, o yerde kudret (ve hâkimiyet) verelim.
Firavun´a, Hâmân´a ve bunların ordularına da, onlardan gocunmakta
oldukları şeyi (başlarına getirip) gösterelim.
Mûsânın anasına:
Onu, emzir! Sana, ona âid bir tehlike gelince, kendisini, denize (Nîle)
bırak!
(Boğulacağından) korkma! Tasalanma.
Çünki, biz, onu, yine sana geri döndüreceğiz.
Hem onu, Peygamberlerden biri de, yapacağız!" diye Vahy ettik.
Bunun üzerine, Firavunun adamları, onu, yitik olarak aldılar.
Çünki, o, akıbet, kendileri için bir düşman ve bir tasa olacaktı.
Çünki, Firavun da, Hâman da, bunların orduları da, suçlulardı.
Firavunun karısı:
Benim için de, senin için de, bir göz bebeği! Onu, öldürmeyiniz!
Olur ki, bize yararı dokunur, yahud onu, bir oğul ediniriz dedi.
Halbuki, onlar, işin farkında değillerdi!
Musa´nın anası-yüreği, bomboş olarak-sabahladı.
Eğer, inananlardan olması için, kalbine rabıta vermeseydik, az daha
muhakkak, açıklayacaktı!
(Musa´nın) kız kardeşine:
"Onun izini tâkıb et!" dedi.
O da, berikiler, farkında olmayarak, onu, uzaktan gözetledi.
Biz, daha önce, ona, süt analar(ın sütünü emmeyi) haram etmiştik.
Bunun üzerine, (kız kardeşi, onlara):
Sizin için onun bakımını sağlayacak, kendileri, buna hayrhâh olacak bir
aile hakkında size delillikte bulunayım mı? dedi.
İşte, (böylece) onu, anasına geri verdik, tâ ki, gözü aydın olsun,
tasalanmasın, Allâhın va ´dinin, şüphesiz bir hak olduğunu bilsin.
Fakat, onların çoğu, (bunu) bilmezler. Vaktâ ki, Mûsâ, civanlığına erip
olgunlaştı. Biz, ona, hikmet ve ilim verdik.
İyilik edenleri, biz, böyle mükâfatlandırırız.
(Mûsâ) ehâlisinin gaflet üzere bulunduğu bir zamanda şehre girdi de,
(orada) birbiriyle kavga etmekte olan iki adam gördü. Şu, kendi taraf
darlarından, bu da, düşman(lar)ındandı.
Derken, tarafdarlarından olan(adam) düşmana karşı imdad istedi.
Bunun üzerine, (Mûsâ), onu, bir yumruk vurup öldürdü.
"Bu, dedi, şeytanın işlerindendir.
O, hakikat şaşırtıcı apaçık bir düşmandır.
Rabb´ım! Ben, cidden, kendime yazık ettim. Artık, beni, yarlığa!" dedi.
Bunun üzerine, (Allah) onu, yarlıgadı.
Çünki, O, çok Yarlıgayıcı, çok Esirgeyici olanın ta kendisidir.
Rabb´ım! Bana, in´am ettiğin şeyler hakkı için, artık, suçlulara asla
arka olmayacağım! dedi.
Hulâsa, şehirde korkarak (ve başına gelecek akıbete) intizar ederek
sabahladı.
Bir de, ne görsün: dün, kendisinden imdad isteyen (adam, yine) ona,
feryad (ve ondan istimdad) ediyor!
Mûsâ, ona:
"Sen, hakfkat, apaçık bir azgınsın!" dedi.
Derken, (Mûsâ) ikisinin de, düşmanı olan birini yakalamak isteyince
(onun, kendisini yakalamak istediğini sanan istimdada):
"Mûsâ! Dün, bir can öldürdüğün gibi (şimdi) beni de mi öldürmek
istiyorsun?!
Sen, arabuluculardan olmayı arzu etmiyorsun da, bu yerde ille yaman bir
Zorba olmak istiyorsun! dedi.
Şehrin öte başından koşarak bir adam geldi;
Mûsâ! (şehrin) öne gelenleri, seni öldürmek için (toplandılar) Hakkında
müzâkere ediyorlar.
Hemen (buradan) çık (git)
Şüphesiz ki, ben, senin hayrhâhlanndanım! dedi.
Bunun üzerine, (Mûsâ) korkarak (ve etrafı) gözetleyerek oradan çıktı:
Rabb´ım! Beni, o zâlimler güruhundan kurtar! dedi.
(Mûsâ) Medyen tarafına yönelince:
Umarım ki, Rabb´ım, beni, doğru yola iletir! dedi.
Vaktâ ki, Medyen suyuna vardı.
(Suyun) üst tarafında (ve kenarında) bir sürü insan buldu ki
(hayvanlarını) sulu-yorlardı.
Onların gerisinde (ve alt yanında) da, (sürülerini) alıkoyan iki kadın
gördü.
(Onlara):
Nedir derdiniz? dedi.
(Onlar):
Çobanlar, (davarlarını) suvarıp dönünceye kadar, biz suvarmayız.
Babamız ise, büyük bir ihtiyardır!" dediler.
Bunun üzerine, (Mûsâ), onlarınkini suvarıverdi.
Sonra, gölgeye dönüp:
Rabb´ım! Hakîkat, ben, bana indirdiğin hayrdan dolayı muhtacım! dedi.
Derken, o iki (kadın)dan biri, utana utana yürüyerek ona geldi.
Babam, bizfim davarlarımızı) suvardığının ücretini sana ödemek için,
seni, çağırıyor, dedi.
Bunun üzerine, (Mûsâ) ona varıp kıssayı anlatınca, o: Korkma! O
zalimler güruhundan kurtuldun! dedi. O ikiden biri: Babacığım! Onu,
ücretle (çoban) tut.
Çünkü, ücretle kullandıklarının en hayırlısı, şüphesiz ki, o kuvvetli,
emîn (adamdır) dedi.
(O Zat, Musa´ya):
Bu iki kızımdan birini -sen, bana sekiz yıl ecîrlık etmek üzre- sana,
nikahlamak istiyorum.
Eğer, (hizmetini) on (yıl) a tamamlarsan, o da, kendinden.
(Bununla beraber) arzu etmem ki, zorluk çektireyim. İnşallah, beni,
Sâlihlerden bulacaksın! dedi.
(Mûsâ):
O, seninle benim aramdadır.
Bu iki müddetten hangisini ödersem, demek ki, bana karşı bir husûmet
yok.
Allah da, şu dediğimizin üstünde bir Vekil!" dedi. [109]
Mûsâ
Aleyhisselâmın Medyen’den Ayrılması
Mûsâ Aleyhisselâm; Şuayb Aleyhisselâmın kızı ve kendisinin de, zevcesi
olan Safura hanımı yanına alarak[110] Medyen´den ayrıldığı zaman[111],
kıs mevsimi idi. [112]
Mûsâ Aleyhisselâm; zevcesi, koyunları ve çakmağı yanında ve Asası da,
elinde olduğu halde, yola devam etti.
Gündüzün, Asası ile vurarak, ağaçlardan, koyunlarına yaprak döker;
akşam olunca da, çakmağını çakar, ateş yakar ve ateşin çevresinde
kendisi, zevcesi ve koyunları, gecelerdi.
Ertesi günü, sabaha çıkınca da, zevcesini, koyunlarını yanına alır,
Asasına dayanarak aynı şekilde yola devam ederdi. [113]
Samda oturan kralların serlerine uğramamak için, şehir ve mamurelerden
uzak, sapa yollardan gidiyorlar, gittikleri yolun, kendilerini, nereye
ulaştıracağını bilmiyorlar, Şam çölünde yollarına devam ediyorlardı.
Bir ara, yollarını da, şaşırmışlar, nereye gideceklerini, bilmiyorlardı.
Gittikleri yol, kendilerini, soğuk bir kış akşamında Tür dağının sağına
düşen batı tarafına kadar götürmüştü.
Gecenin bütün karanlığı, üzerlerine çökmüş[114], gök gürlemeğe, şimşek
çakmağa, yağmur dökülmeğe başlamıştı.
Zevcesini de, doğum sancısı tutmuştu. [115]
Mûsâ Aleyhisselâm, ateş yakıp çevresinde ailesini ısıtmak, geceletmek
için, çakmağını çıkardı, çaktı.
Çakmak ateş çıkarmadı. [116]
Yoruluncaya kadar onu, çaktı durdu.
Şaşırmıştı. Ayağa kalktı, oturdu.
Tekrar tekrar uğraştı ise de, çakmak taşından, ateş çıkaramadı.
Çaresizlik içinde kaldı. Son derecede daraldı ve bunaldı.
Acaba bir ses işitebilirmiyim veya bir hareket sezebilirmiyim diye
etrafı, dinlemeğe, gözetmeğe başlamıştı. [117]
Mûsâ
Aleyhisselâmın İlâhî Tecellîye, Vahy´e Mazhar Ve Peygamber Oluşu:
Kur´ân-ı kerimde açıklandığı gibi; Mûsâ Aleyhisselâm:
"Bir Ateş görmüştü de, ailesine:
Siz (burada) durunuz! Hakikat, ben, bir ateş gördüm.
Belki, ondan, size bir kor getirir, yahud ateşin yanında bir yol
(gösterici) bulu-rum." dedi. [118]
Mûsâ Aleyhisselâmın üzerinde yünden cübbe, yünden kilim, yünden don ve
yünden gömlek bulunuyordu.
Papucu da, dabaklanmamış merkep derisindendi. [119]
Mûsâ Aleyhisselâm; yerle gök arasında yükselen güneş şuâı gibi göz
kamaştıran Nûr direğiyle karşılaşınca, onu, önce, bir ateş yalını
sanmıştı.
Halbuki, o, ateş değildi. Yüce Allanın Nûrundandı. [120]
Mûsâ Aleyhisselâm, gördüğü Nur´a doğru ilerleyip te, onun, Ullayktan,
(Böğürtlen, Mûsâ ağacından) veya Avsece ağacından yalınlandığını[121],
tâ semâdan oradaki büyük bir Avsece ağacına kadar uzandığını, dumansız,
büyük bir Ateş olduğunu ve yeşil bir ağacın ortasından yalınlandığı
halde, ağacın yeşilliğini artırmaktan başka bir şey yapmadığını,
görünce, şaşırdı. [122]
Mûsâ Aleyhisselâm, ona, yaklaşınca, ağaç ve Nûr, geriye çekildi!
Onun gerilediğini görünce, korkup geri dönmek istedi.
Fakat, Ateş yalını, yine, kendisine yaklaştı. [123]
Mûsâ Aleyhisselâmın korkusu, arttı.
Gözlerini, eliyle kapadı, yere yattı, yapıştı.
Kulağına; kulakların, bir benzerini daha işitmedikleri sesler,
geliyordu!
Korkunun şiddetinden, az kalsın aklı, başından gidecek dereceye geldi!
[124]
Kendisine; feyizli, mümtaz yerdeki Vadinin sağ kıyısındaki[125] ağaçtan:
"Ey Mûsâ!" diye seslenildiği zaman[126], Mûsâ Aleyhisselâm:
"Lebbeyk! Lebbeyk! = Buyur! Buyur! Emrine amadeyim!" diyor, kendisini,
çağıranın, kim olduğunu, bilmiyordu.
"Ben, senin sesini işitiyorum.
Fakat, yerini, göremiyorum. Sen, nerdesin?" diyordu.
"Ben, üzerinde, yanında, önündeyim! Sana, senden daha yakınım!"
buyuru-lunca, Mûsâ Aleyhisselâm, Yüce Allah´a yarasanın da, bu olduğunu
anlamıstı.[127]*
Diğer rivayete göre:
Mûsâ Aleyhisselâm: "Yâ Rab: Sen, yakın mısın? (Yakınsan) Sana, yavaş
söyleyeyim.
Sen, uzak mısın? (Uzaksan) Sana, sesleneyim.[128]
Ben, Senin sesini çok iyi işitiyorum, fakat, seni, göremiyorum.
Sen, neredesin?" dedi.[129]
Yüce Allah:
"Ben, senin arkandayım, önündeyim, sağındayım, solundayım!
Ey Mûsâ! Kulum, beni, andığında, ben, onun yanında oturanıyım.[130]
Dua ettiği zaman da, onun yanındayım." buyurdu.[131] Mûsâ Aleyhisselâm :
Elhamdü lillâhi Rabb´il´âlemîn! = Âlemlerin Rabb´ı olan Allah´a hamd
olsun!" dedi. "Ey Mûsâ! Âlemlerin Rabbi olan Allah, ben´im!"
buyuruldu.[132]
Rabb´inin, yüce huzurunda bulunmanın heybetinden, Mûsâ Aleyhisselâmı
kalbi, şiddetle çarpmağa başlamış, bacakları, titremiş, dili, tutulmuş,
vücudunun gücü, azalmış, kendisi, ölü gibi hareketsiz hale
gelmişti.[133]
Yüce Allah, bir Melek gönderip Mûsâ Aleyhisselâmın kalbini,
güçlendirdi. Aklı, başına geldi.[134]
Artık, o, İlâhî Ses´e ve Söz´e, bir dereceye kadar alışmış
bulunuyordu.[135] "Ey Allah´ım Dinlediğim kelâm, Senin mi idi? yoksa,
Elçinin mi idi?" diye sordu.
Yüce Allah:
"Evet! Seninle konuşan, ben idim.
Yaklaş bana!" buyurdu.[136]
"Ey Mûsâ! O sağ elindeki nedir?" diye sordu.
Mûsâ Aleyhisselâm
"O, benim Âsamdır." dedi.[137]
Yüce Allah:
"Onunla, ne yaparsın?" diye sordu.
Musa Aleyhisselâm:
"Ona, dayanırım.
Onunla, vurup ağaçtan, koyunlarıma yaprak dökerim.
Onu, bana âid azık dağarcığımı, su tulumumu, üzerinde taşımak gibi
hacetlerde de, kullanırım." dedi.
Yüce Allah:
"Ey Mûsâ! Onu, (elinden) bırak!" buyurdu.
Mûsâ Aleyhisselâm, (elinden, yere) bırakınca, Asa, koşar bir yılan
oluverdi! [138]
Asanın iki çatalı, yılanın ağzı, sivri ucu da, arkasında kuyruk şeklini
aldı.
Yılanın azı dişleri ise, titriyordu!
Yüce Allah, onun, ne şekle girmesini, istemişse, o, o şekli almış
bulunuyordu. [139]
Mûsâ Aleyhisselâm, onu, böyle korkunç bir halde görünce, tâkıb edemeyip
geri döndü. [140]
Rabb´i, ona:
"Ey Mûsâ! Beri gel, korkma!
Biz, onu, eskiden olduğu gibi, Asa haline çevireceğiz!" buyurdu.´[141]
Mûsâ Aleyhisselâm, son derece korkmuş bir halde, geri dönüp[142]
gelince de, Yüce Allah:
"Tut onu ve korkma!
Elini, onun ağzına sok!" buyurdu.´[143]
Mûsâ Aleyhisselâm, elini; yılanın ağzına sokmak için, sırtındaki yün
cübbesi-nin yeniyle sardı.
"Elini, cübbenin yeniyle sarmayı bırak!" diye seslenildi.
Mûsâ Aleyhisselâm, elini, yeninden çıkardıktan sonra, yılanın çene
kemikleri arasına sokunca, yılan, elinde Asa haline geldi, ve elini,
Asanın iki çengeli arasında buldu.
Asanın sivri tarafı da, ucu oldu.
Bunda sonra, Mûsâ Aleyhisselâma:
"Elini, koynuna sok da, o, hiç bir kusursuz olarak, bembeyaz
çıkıversin!" denildi.
Mûsâ Aleyhisselâm, esmer tenli idi.
Elini, koynuna soktu. Sonra, onu, kar gibi, beyaz olarak çıkardı.
Sonra, elini, tekrar koynuna sokup çıkardı, eskiden olduğu gibi, esmer
tenli oldu.
Sonra, Mûsâ Aleyhisselâma:
"İşte, bu iki (Mucize), Firavun ile cemaatına, Rabb´indan iki
bürhan´dır.
Çünkü, onlar, fâsıklar güruhudur!" buyuruldu.
Mûsâ Aleyhisselâm:
"Ey Rabb´im! Ben, onlardan, bir adam öldürmüştüm.
Bunun için, onların, beni, öldüreceklerinden korkarım!
Kardeşim Harun -ki, o, dil bakımından, benden daha fasâhatlıdır- onu
da, benimle birlikte yardımcı olarak gönder ki, benim sözlerimi,
doğrulasın.
Ben, konuşurken, sözlerimden, onların, anlamadıklarını, o, anlar ve
açıklar. Çünkü, ben, onların, beni yalanlayacaklarından korkarım!" dedi.
"Senin pazunu, kardeşinle güçlendireceğiz ve size öyle bir satvet
vereceğiz ki, onlar, size erişemeyecekler!
Gidiniz âyetlerimizle!
Siz de, size tâbi olanlar da, üstün geleceksiniz!" buyruldu. [144]
Yüce Allah, Mûsâ Aleyhisselâmı, geceli gündüzlü[145] yedi gün, kendi
haline bıraktı.
Yedi geceden sonra, ona:
"Ey Mûsâ! Sana söylediği şey hakkında Rabb´ine icabet et!" buyruldu.
[146]
Kur´ân-ı
Kerimin Tuvâ Vadisindeki Müşahede Ve Mükâlemeler Hakkındaki Açıklaması:
Tuvâ vadisindeki Müşahede ve Mükâlemeler, Kurân-ı Kerim´de şöyle
açıklanır:
"Artık, Mûsâ, müddetini bitirince, ailesiyle yola çıktı.
O, Tûr[147] yanından bir ateş his etmişti.
Ailesine:
(Siz, burada) eğleşiniz. Çünkü, ben, bir ateş gördüm.
Olur ki, size, ondan bir haber, yâhud (ocak yakıp) ısınmanız için, bir
ateş parçası (kor) getiririm." dedi.
Derken, oraya varınca, Feyizli (ve mümtaz) bir yerdeki vâdi´nin, sağ
kıyısından, Ağaçtan:
Ey Mûsâ! Âlemlerin Rabb´i olan Allah, şüphesiz ben´im ben!" diye ve
Asanı (yere) bırak!" diye seslenildi.
Şimdi (Mûsâ) onu, bir yılan gibi deprenir bir halde görünce, arkasını
dönüp uzaklaştı, geri dönmedi.
Ey Mûsâ! Beri gel! Korkma!
Çünkü, sen, emniyette olanlardansın![148] Vaktâ ki, oraya varınca,
(şöyle) seslenildi:
Ateş (mahallin)de bulunana da, çevresinde olanlara da, muhakkak, (feyz
ve) bereket verildi.
Âlemlerin Rabb´i olan Allah, münezzehdir (her noksandan uzaktır)
Ey Mûsâ! Hakikat şudur ki: mutlak galib olan, yegâne hüküm ve hikmet
sahibi olan Allah, ben´im!
Asanı, (yere) bırak! (Mûsâ, Asasını bırakıp ta) onu, çevik bir yılan
gibi hareket eder görünce, arkasına dönüp kaçtı ve geri dönmedi.
Ey Mûsâ! korkma!
Çünkü, ben (Var´ım) Benim yanımda, Peygamberler (hiç bir şeyden)
kork-maz(lar).[149]
Şüphesiz ki, senin Rabb´in, ben´im ben!
Haydi, pabuçlarını, çıkar!
Çünkü, sen, Mukaddes Vadi´de, Tuvâ´dasın!
Ben, seni, (Peygamberliğe) seçtim.
Şimdi, Vahy olunacak şeyleri, dinle:
Şüphe yok ki, Allah, ben´im ben! Benden başka hiç bir ilâh yoktur.
Öyle ise, bana ibâdet et!
Beni zikretmek için, namaz kıl.
Çünkü, o Saat (Kıyamet), hiç kuşkusuz, gelecektir.
Ben, onu(n vaktini) hemen açıklayacağım geliyor ki, herkes, neye
çalışıyorsa, kendisine, onunla mukabele edilmiş olsun!
Mûsâ! O sağ elindeki nedir?
? O, benim Asam´dır. Ona dayanırım. Onunla, davarlarıma, yaprak
silkerim. Onda, bana mahsus başka hacetler de, vardır! dedi. (Allah):
Onu, (elinden, yere) bırak! buyurdu.
O da, bıraktı.
Bir de, ne görsün: koşup duran bir yılan olmuştur o!
(Allah):
Tut onu! Korkma! Biz, onu, yine evvelki şekline çevireceğiz! buyurdu.
[150]
Elini, koynuna sok ta, Firavuna ve kavmine (göstereceğin) dokuz
Mûcize[151] içinde, o, kusursuz, bembeyaz olarak çıkıversin[152]
"...İşte, bu iki (Mucize), Firavuna ve cemaatına, Rabb´inden, iki
burhandır.
Çünkü, onlar, fâsıklar güruhudur!" diye (buyuruldu.[153]
Firavuna git! Çünkü, o, pek azdı.
Ona, de ki: Senin (küfürden, azgınlıktan) temizlenmende meylin var
mıdır?
Seni, Rabb´ini, tanıtmağa irşad edeyim mi? (ki, Ondan) korkasın? [154]
Mûsâ:
Ey Rabb´im! Gerçekten, ben, onlardan, bir can öldürdüm.
Onun için, beni öldüreceklerinden korkarım.
Kardeşim Hârûn. O, dil bakımından, benden daha fesâhatlıdır.
Onu da, benimle birlikte Yardımcı (bir Peygamber) olarak gönder ki,
beni, doğ-rulasın.
Çünkü, ben, onların, beni, yalanlayacaklarından endişeleniyorum! dedi.
(Allah):
Senin pâzunu, kardeşinle güçlendireceğiz ve size, öyle bir satvet (ve
galebe) vereceğiz ki, onlar, size erişemeyecekler.
Gidiniz âyetlerimizle!
Siz de, size tâbi olanlar da, galip (geleceksiniz! buyurdu! [155]´
(Mûsâ):
"Ey Rabb´im! Benim göğsüme genişlik ver! İşimi, kolaylaştır!
Dilimden de (şu) düğümü, çöz ki, sözümü, iyi anlasınlar. Bana, kendi
ailemden bir de, Vazîr ver, kardeşim Harun´u. Onunla, sırtımı
güçlendir. Onu, işimde ortak kıl!
Tâ ki, Seni, çok teşbih edelim, Seni, çok analım.
Şüphe yok ki Sen, bizi hakkıyle görensin!" dedi.
(Allah):
Ey Mûsâ! İstediğin, sana verilmiştir.
And olsun ki: Biz, sana, diğer bir zamanda, anana Vahy olunacak şeyi
ilham ettiğimiz vakitte de, lütfetmiş, ve (kendisine) onu, Tâbut´a
(sandığa) koy da, denize (Nil´e) at ki, deniz, onu, kıyıya bıraksın,
Onu, benim de, kendisinin de, düşmanı olan birisi alacak! diye
(emreylemistik).
Sana karşı (ey Mûsâ!) Gözümün önünde yetiştirilmen için, kendimden bir
sevgi de, bırakmıştım.
Hani kız kardeşin gidip (şöyle) diyordu:
Ona, bakacak bir kimse (sağlamak üzre) size delâlette bulunayım mı?
Böylece, seni, tekrar annene verdik ki, gözü aydın olsun, tasalanmasın.
Sen, bir de, adam öldürmüştün de, biz, seni, o tasadan da,
kurtarmıştık. Seni, türlü türlü ibtilâlarla imtihan etmiştik. Bunun
için, yıllarca Medyen halkı içinde kaldın. Sonra da, (hakkındaki)
takdire göre (buraya) geldin! Ey Mûsâ! Ben, seni, kendim için
(Peygamber) seçtim. Sen, kardeşin de, beraber olarak Mucizelerimle git.
İkiniz de, beni hatırlayıp anmakta gevşeklik göstermeyiniz. Firavuna
gidiniz. Çünki, o, gerçekten, azdı. (Gidiniz de) Ona, yumuşak söz
söyleyiniz. Olur ki, o, öğüt dinler, yâhud (Allâh´dan) korkar. "[156]
Mûsâ
Aleyhisselâmın Ailesinin Medyene Götürülüşü:
Mûsâ Aleyhisselâmın, Tuvâ vadisinde bir oğlan çocuğu doğmuştu.
Mûsâ Aleyhisselâm; orada, İlâhî Vahyi telakkî ile meşgul olduğundan,
ailesinin yanına uğrayamaz olrouştu. [157]
Ailesi, Mûsâ Aleyhisselâmın nerede olduğunu, ne yaptığını bilmiyordu.
Orada, yalnız başına oturduğu sırada, Medyenlilerden[158] ve Şuayb
Aleyhis-selâmın Ev halkından´[159] bir çoban, oraya uğrayınca, onları,
tanıdı ve alıp Şuayb Aleyhisselâmın yanına götürdü.
Mûsâ Aleyhisselâmın ailesi ve çocuğu; Firavunun, denizde boğulduğu
haberi, alınıncaya kadar Medyen´de Babası Şuayb Aleyhisselâmın yanında
kaldı. [160]
Mûsâ
Aleyhisselâmın Mısır´a Gidişi:
Yüce Allah, Mûsâ Aleyhisselâmı, Mısıra gönderdi.
Mûsâ Aleyhisselâm; Mısırın yolunu bilmiyor, Yüce Allah, ona, yol
gösteriyordu.
Elinde Asasından, sırtında yün kaftanından, başında yün takyesinden,
ayaklarında da, bir çift ayakkabısından başka, yanında hiç bir şey
bulunmuyordu.
Av etinden ve yer bakliyatından yararlanıyordu. Gündüzleri oruç
tutuyor, geceleri namaz kılıyordu. [161] Nihayet, Mısıra ulaştı.
Geceleyin, annesinin evine vardı.
Ne kendisi, evin halkını, tanıyabildi, ne de, onlar, Mûsâ
Aleyhisselâmı, tanıyabildiler.
Mûsâ Aleyhisselâm, Mercimek çorbası yenileceği sırada, evin bir
tarafına oturdu.
Hârûn Aleyhisselâm gelip onu, görünce, annesine, bunun, kim olduğunu
sordu.
Annesi, onun, bir konuk olduğunu, haber verdi.
Bunun üzerine, Hârûn Aleyhisselâm, Mûsâ Aleyhisselâmı, yemeğe davet
etti.
Yemeğe oturdukları zaman, konuşmağa başladılar.
Hârûn Aleyhisselâm, Mûsâ Aleyhisselâma:
"Sen, kimsin?" diye sordu.
Mûsâ Aleyhisselâm:
"Ben, Musa´yım!" deyince, hemen ayağa kalktılar, birbirleriyle
kucak-laştılar. [162]
Zâten, Yüce Allah, Hârûn Aleyhisselâma, Mûsâ Aleyhisselâmın,
kendilerine doğru gelmekte olduğunu, onunla, buluşmasını Vahy etmişti.
[163]
Mûsâ Aieyhisselâm, Hârûn Aleyhisselâm´a: "Ey Hârûn! Sen, benimle
birlikte Firavun´a git!
Yüce Allah, bizi, ona, Peygamber olarak gönderdi." dedi.
Hârûn Aleyhisselâm:
"İşittim ve itaat ettim!" dedi.
Anneleri, hemen ayağa kalktı ve bağırarak:
"Allah aşkına! Siz, Firavunun yanına gitmeyiniz!
O, ikinizi de, öldürür!" dedi.
Fakat, Mûsâ ve Hârûn Aleyhisselâmlar, annelerinin sözünü kabul etmeye
ya-naşmadılar. [164]
Hârûn Aleyhisselâm, Mûsâ Aleyhisselâma Vezîr ve Destek olmak üzere,
Yüce Allah tarafından Peygamberlikle vazifelendirilmişti. [165]
Mûsâ ve Hârûn Aleyhisselâmların Allah´a
Münacatları ve Firavunla
Karşılaşmaları:
Mûsâ ve Hârûn Aleyhisselâmlar:
"Ey Rabb´imiz! Doğrusu, biz, Firavun´un, bize karşı aşırı gitmesinden
(cezalandırılmakta hızlı davranmasından) yahud, taşkınlığını,
artırmasından endişe ediyoruz!" diye münâcâtta bulundular.
(Yüce Allah):
"Korkmayınız!
Çünkü, ben, sizinle beraberim. Ben, (her şeyi) işitirim, görürüm!
Hemen gidiniz de, ona (şöyle) deyiniz:
Biz, Rabb´inin iki Elçisiyiz.
Artık, İsrail oğullarını, bizimle gönder.
Onlara, işkence etme!
Biz, sana, Rabb´inden, hakîkî bir âyet getirdik.
Selâm (ve selâmet), doğruya tâbi´ olanlaradır.
Bize, şu hakîkat, Vahy olundu ki: hiç şüphesiz, azab, (Peygamberleri)
yalanlayanların ve (hak´dan)) yüz çevirenlerin tepesindedir!" [166]
Bunun üzerine, Mûsâ ve Hârûn Aleyhisselâmlar, geceleyin, Firavun´a
gittiler.
Kapıyı, çaldılar.
Firavun da, korktu, kapıcı da, korktu.
Firavun:
"Kimdir bu ki, şu saatte benim kapımı çalabiliyor?!" dedi.
Kapıcı, yukarıdan, onlarla konuşup ne istediklerini sordu.
Mûsâ Aleyhisselâm, ona:
"Biz, Rabbül´âlemîn´in Resulüyüz!" deyince, kapıcı, korktu. [167]
"Sen, böyle, kimin kapısını çaldığını, biliyormusun?!
Sen, ancak, Seyyid´inin kapısını çalıyorsun!" dedi.
Mûsâ Aleyhisselâm:
"Ben de, sen de, Firavun da, Yüce Allah´ın kulcuklarıdır!" dedi. [168]
Kapıcı, hemen gidip Firavun´a haber verdi. [169] ve:
"Orada, deli bir insan var!
(Ben, Rabbül´âlemîn´in Resulüyüm!) diyor!" dedi. [170]
Firavun:
"Onu, içeri koy!" dedi. [171]
İçeri girmelerine izin verilince[172], Mûsâ ve Hârûn Aleyhisselâmlar,
içeri girdiler. [173]
Mûsâ Aleyhisselâmın sırtında yünden bir cübbe, Aba, belinde lif kuşak,
elinde de, kapıyı çalıp açtırdığı Asa´sı bulunuyordu. [174]
Firavun, Mûsâ Aleyhisselâma:
"Sen, kimsin?" diye sordu. [175]
Mûsâ Aleyhisselâm:
"Ben, Rabb´ül´âlemîn´in Resulüyüm! [176]
İsrail oğullarını, benimle gönderesin diye, beni, sana gönderdi." dedi.
[177]
Firavun, biraz düşününce[178], Mûsâ Aleyhisselâmı, tanıdı[179]:
"Biz, seni, yeni doğmuş (bir çocuk) iken, içimizde büyütmedik mi?
Sen, ömründen, bir hayli yıllar, bizim aramızda kalmadın mı?
Nihayet, o yapmış olduğun işi de, sen yaptın!
Sen, nankörlerdensin!" dedi.
(Mûsâ):
"Ben, bunu, o vakit, bilmezlerden olarak yapmıştım.
Sizden korkunca da, hemen içinizden kaçtım.
Nihayet, Rabb´ım, bana hüküm verdi ve beni, Peygamberlerden yaptı.
Benim başıma kaktığın o nimet; İsrail oğullarını, kendine kul (köle)
edindiğin içindi. [180]
Ben, daha doğmadan, sen, beni büyütmeden önce, sen, İsrail oğullarının
çocuklarını ellerinden çekip alıyor, onlardan, istediğini, bırakıp
kendine köle yapıyor, istediğini de, öldürüyordun!
İşte, benim, senin sarayına ulastırılısım ve sana ilistirilisim, bu
yüzden olmuştu!" dedi. [181]
Firavun:
"Âlemlerin Rabb´i (dediğin) de, nedir?" dedi.
(Mûsâ):
"Göklerin, yer´in ve bunların arasında bulunan her şeyin Rabb´idir!
Eğer hakîkatı, yakînen bilmeğe ehliyetli kimse/erseniz (Onun varlığına
ve birliğine inanırsınız) dedi.
Firavun, çevresinde bulunan kimselere: "İşitmiyormusunuz?!" dedi. [182]
(Firavun, bunu, Mûsâ Aleyhisselâmın söylediğini, red ve inkâr maksadı
ile söylemiş ve çevresindekilere "Sizin, benden başka ilâhınız var mı?
Yoktur! demek istemişti. [183]
Mûsâ Aleyhisselâm, sözlerine devamla): "O, sizin de, sizden önceki
Atalarınızın da, Rabb´idir!" dedi. Firavun:
"Her halde, size gönderilen (bu) Peygamberiniz (!), muhakkak, delidir!"
dedi. [184]
"Bu söz[185], doğru değildir.
Sağlam akıllı adam sözü değildir. [186] Sizin, benden başka ilâhınız
yoktur demek istedi. [187]
(Mûsâ Aleyhisselâm, sözlerine devamla):
"(O), doğu ile batının ve ikisi arasında bulunan her şeylerin de,
Rabb´idir, eğer, aklınızı, kullanırsanız (anlarsınız)" dedi.
(Firavun):
"And olsun ki: eğer, benden başka bir ilâh edinirsen[188], benden
başkasına tapar ve bana, tapmayı, terk edersen[189]´, seni, muhakkak
ve muhakkak, zindana girenlerden ederim!" dedi.
(Mûsâ):
Ya sana, apaçık[190], benim doğru söylediğimi, anlatacak, seni,
yalanlayacak; beni, haklı; seni, haksız ve bâtıl çıkaracak[191]bir şey
getirdimse de mi (zindana atacaksın)?" dedi.
Firavun:
"Doğru söyleyenlerden isen, haydi getir onu?" dedi.[192]
Mûsâ
Aleyhisselâmın Asasının Ejderha Oluşu:
Bunun üzerine, (Mûsâ), Asasını, yere bırakıverdi.
Bir de (ne görsünler!) O, apaçık bir Ejderhâ! [193] ki, iri gövdesiyle,
Firavunun önünü ve iki yanını doldurmuş, ağzını, açmış[194]´, alt
çenesini, yere, üst çenesini köşkün üzerine koymuş!
Yutmak için, Firavun´a yönelince´[195], Firavun´un yanındaki adamlar,
korkup Firavun´un başından dağılıverdiler. [196]
Firavun da, kendisini, tahttan, yere atıp Ejderhâ yılanı tutması için,
Mûsâ Aley-hisselâma, Rabb´i adına[197] ve süt emzirme hakkına[198] and
verdi. [199]
"Artık, ben, sana imân edecek, İsrail oğullarını da, seninle birlikte
göndereceğim!" dedi.
Bunun üzerine, Mûsâ Aleyhisselâm, onu, tutup eski, Asa haline çevirdi.
[200] Firavun, bundan önce, hiç işemezken, korkusundan, işedi! [201]
Mûsâ Aleyhisselâm, Firavun´a, ikinci bir Mucize olmak üzere, elini de,
(koynundan) çekip çıkardı.
Bir de (ne görsünler!) bu, temâşâ edenler için, bembeyaz (ve Nûr saçan
bir el) [202]
Elin parlaklığından, Firavunun gözleri kamaştı.
Mûsâ Aleyhisselâm, elini, koynuna sokup çıkardığı zaman, eski normal
rengini aldı.
Bunun üzerine, Firavun, Mûsâ Aleyhisselâmı, doğrulamağa meyletti ise
de, Fi-ravun´un Vezîr´i Hâmân, hemen onun yanına varıp önüne oturdu ve:
"Sen, şu sırada, kendisine tapılan bir İlâh´sın!
Sen, ona, tâbi olunca, bir kul olacaksın demek!?" dedi.
Firavun, Mûsâ Aleyhisselâma:
"Bana, bugün, yarına kadar mühlet ver!" dedi.
Yüce Allah: Mûsâ Aleyhisselâma, ona, şöyle söylemesini, Vahy etti:
"Ey Firavun! Sana, hiç ihtiyarlamamak üzere, gençliğin,
Hiç elinden alınmamak üzre, Devlet´in verilecek olsa,
Evlenmelerden, yeyip içmelerden, hayvanlara binip gezmelerden zevk alma
gücün sana iade edilecek olsa,
Öldüğünde de, Cennet´e girdirilecek olsan... bana, iman eder misin?"
dedi.
Bu sözler, Firavun´un kalbini, biraz gevşetti, yumuşattı:
"Senin gibi, Hâmân da, yanıma bir gelsin bakayım!" dedi. [203]
Ertesi günü, Hâmân gelip Firavunun yanına girdi. [204]
Firavun, ona:
"Şu Zat, yanıma geldi!" dedi.
Firavun, daha önce, Mûsâ Aleyhisselâma, ancak, Sihirbaz derdi.
Bugün ise, Sihirbaz demeyip (Mûsâ) dedi.
Hâmân:
"O, sana, ne söyledi?" diye sordu.
Firavun:
"Bana, şöyle şöyle söyledi" diyerek Mûsâ Aleyhisselâmın söylediklerini
nakletti.
Hâmân:
"Onu, reddetmedin mi?" dedi.
Firavun:
"Hele Hâmân gelsin de, ona, bir danışayım bakayım! dedim." dediği
zaman, Hâmân, Firavun´a:
"Sanırım ki: sonradan, tapan bir kul olmandan, kendisine tapılan bir
Rab olman, senin hakkında daha hayırlı idi! [205]
Ben, sana, gençliğini, geri çevireyim!" dedi.
Veşm (iğne) getirtip Firavunun yüzünü, onunla döğdürerek kan çıkan
yerine çivid sürdürdü. Yeşile çalar siyah bir ten meydana geldi.
Bu işi, ilk yapan, o, oldu.
Mûsâ Aleyhisselâm, Firavunun yanına girip onda bu hali görünce, şaşırdı.
Yüce Allah, Mûsâ Aleyhisselâma:
"Gördüğün şey, seni, şaşırtmasın!
O, çok sürmez, ilk haline döner!" diye Vahy etti. [206]
Firavun, ne iman etti, ne de, İsrail oğullarının, Mûsâ Aleyhisselâm ile
birlikte Mısırdan çıkıp gitmesine izin verdi. [207]
Tufan
Belâsı:
Bundan sonra ve Mûsâ Aleyhisselâmın Sihirbazlarla karşılaşmasından
önce, Yüce Allah, Mısırın Kıbtî halkına Tufan (Sağnak halinde sürekli
yağmurlar) gönderdi. [208]
Onlara âid her şeyi, sular bastı. [209] Tufan, yedi gün sürdü.
Kıbtî evlerine, o kadar sel suları doldu ki, evler, oturulamaz, oturanı
da, boğar hâle geldi.
Arazilerini, seller bastı. Hiç bir şey ekemez, yapamaz oldular.´[210]
"Ey Mûsâ! Bizim için, Rabb´ine dua et: şu felâketi, üzerimizden
kaldırsın.
Biz, sana, iman edeceğiz. İsrail oğullarını da, seninle birlikte
göndereceğiz!" dediler. [211]
Mûsâ Aleyhisselâm, Yüce Allâha dua etti. [212] Yüce Allah, onlardan,
Tûfân´ı, kaldırdı. [213] Ekinleri, büyüdü. [214]
Yüce Allah; onlara, daha önce bitmeyen ot, ekin ve meyvalarını bitirdi.
Yurdla-rını, bol sulu, yeşillikli, bol nimetli hâle getirdi. [215]
Fakat, onlar:
"Yağmursuz oluşumuz, pek hoşumuza gitmedi. [216]
Biz, böyle olmamızı, istememiştik.
O, olan yağışlar, bizim için bir nimetten başka bir şey değildi!"
dediler. [217]
Onlar; ne iman ettiler, ne de, İsrail oğullarını, Mûsâ Aleyhisselâmla
birlikte saldılar.
Üzerinde bulunageldikleri kötü hale döndüler.[218]
Çekirge
Belâsı:
Yüce Allah; bir ay sonra[219], onlara, çekirge gönderdi.
Bu çekirgeler; onların bütün ekinliklerini[220], meyvalarını,
ağaçlarının yapraklarını ve çiçeklerini[221]yiyip bitirdi. [222]
Hattâ, kapıları, elbiseleri, ev eşyalarını, evlerin tavanlarındaki
ağaçları, demir çivileri yemeye kalktılar!
Tavanlar, çökmeğe başladı! [223]
Kıbtîler, İsrail oğullarının evlerinde böyle bir şeyi göremeyince,
şaşırdılar. [224]
Çekirge belâsını kaldırması için Rabb´ına dua etmesini Mûsâ
Aleyhisselâm-dan istediler ve iman edeceklerini söylediler.
Mûsâ Aleyhisselâm, dua edince, Yüce Allah, çekirge belâsını kaldırdı.
Onların ekinlerinden, çekirgelerin yemediği bir artık kalmıştı. Onlar:
"Biz, iman etmeyeceğiz. Ekinlerimizden, çekirgelerin yemedikleri artık,
bize yeter!" dediler.[225]
Kummel
Belâsı:
Bunun üzerine, Yüce Allah; onlara Kummel = Küçük, kanadsız çekirgeyi,
ekin bitini, karıncayı musallat etti.
Bunlar, yerdeki bütün bitki artıklarını da, yaladı, tüketti.
Küçük karıncalar da, adamların elbiseleriyle vücudları arasına girip
vücudları-nı ısırırlar, yedikleri yemeklerin içine dolarlardı!
Nihayet, evlerinin üzerinde kireç harcıyla tuğladan, kaypak, üzerlerine
çıkılamayacak sütunlar yapıp yemeklerini, onun üzerine koydular.
Yemeklerini yemek için, oraya çıktıkları zaman, ellerinden
kurtulduklarını sandıkları hayvanları, orada da, yemeklerin içine
dolmuş buldular! Kendilerine, bu belâdan daha ağır gelen bir belâ
olmadı.
İşte, bu, Yüce Allah´ın, Kur´ân-ı Kerim´de Ricz diye andığı belâ idi.
[226]
Mısırlılar; üzerlerinden bu belânın kaldırılması için, Rabb´ına dua
etmesini, Mûsâ Aleyhisselâm´dan istediler ve iman edeceklerini
söylediler.
Üzerlerinden, bu belâ da, kaldırıldığı zaman, sözlerinde durmadılar,
iman etmeye yanaşmadılar. [227]
Eski kötü hallerine döndüler:
"Biz, ne diye ona, iman edeceğiz? İsrail oğullarını, kendisiyle
birlikte salacağız?
O, bütün ekinlerimizi, yok etti. Mallarımızı, giderdi.
Bize, bu yaptıklarından daha çok, daha ağır ne yapacak?
Firavunun izzetine and olsun ki: biz, hiç bir zaman, ne onu, tasdik
ederiz, ne de, kendisine tabi´ oluruz!" dediler.[228]
Kurbağa
Belâsı:
Bir müddet sonra, Yüce Allah; Mûsâ Aleyhisselâma, Nîl´in dar yeri
üzerinde durup Asasının ucunu, Nîl´in içine batırmasını, Nîl´in
yakınına, uzağına, aşağısına, yukarısına, onunla işaret etmesini Vahy
ve emretti.
Mûsâ Aleyhisselâm, böyle yapınca, her taraftan bütün kurbağalar,
birbirlerine bildirdiler.
Yakında olan, uzakta bulunana, seslendi.
Vakvaklayarak gecenin karanlığında sudan çıkıp acele şehrin kapısına
doğru gittiler.
Kıbtîlerin evlerine girdiler. Çuvallarının, kapkacaklarının,
binalarının içine doldular.
Kıbtîlerin, elbisesini veya kabını veya yiyeceğini veya içeceğini açıp
ta, içinde kurbağalar bulmayan bir kimse yoktu!
Onların yemek tencerelerini, kurbağalar dolduruyor, yaktıkları,
ocaklarını, kurbağalar, söndürüyor, yemeklerini, bozuyor, yenilmez
hale getiriyordu!
Sokaklar, kurbağa ölüleriyle doldu! Kokudan, geçilmez oldu! Kıbtîler,
tekrar Mûsâ Aleyhisselâma gidip ağlayarak derd yandılar,
"Dua edip bu belâyı, üzerimizden kaldır. Bu defa, tevbe edeceğiz ve
tevbe-mizden dönmeyeceğiz!" dediler.
Kurbağa belâsı kalkınca da, yine, sözlerinde durmadılar, eski hallerine
döndüler. [229]
Kan
Belâsı:
Bunun üzerine, Mûsâ Aleyhisselâm, dua etti. Yüce Allâh´da, onlara kan
belasını gönderdi.
Aynı sudan; İsrail oğulları ve Kıbtîler gelip su alır, İsrail
oğullarının aldığı, su; Kıbtîlerin aldığı ise, kan olurdu!
Bu hal .Kıbtîlere çok ağır geldiği için, Mûsâ Aleyhisselâmdan, bu
belânın kaldırılması için, dua etmesini istediler ve iman edeceklerini
söylediler.
Belâ kaldırıldığı halde, onlar, yine de, iman etmeğe yanaşmadılar. [230]
Küfür
Ve Azgınlığın Şahlanışı:
Mûsâ ve Harun Aleyhisselâmlar, bunca, mucizelerle gönderildikleri
halde, Firavun ve ileri gelenleri, iman etmeyi bir türlü kibirlerine
yediremediler de:
"Kavimleri, bize kulluk, kölelik edip dururlarken, biz, bizim gibi iki
beşere iman mı edecekmişiz?!" dediler. [231]
Firavun da, kavminin içinde bağırdı:
"Ey kavmim! Mısır Padişahlığı ve altımdan (Saraylarımın altından) akan
şu ırmaklar, benim değil mi?
Hâlâ, gözünüzü açmayacak mısınız?
Yoksa, ben, ondan (Musa´dan) hayırlı değil miyim?
O ki, hakirdir (meramını) bile hemen hemen açıklayamıyor. Öyle ya onun
üzerine (gökten) altun bilezikler atılmalı yahud beraberinde birbiri
ardınca (kendisini tasdik edici) melekler gelmeli değilmiydi. [232]
"O, ya bir Sihirbazdır, yâhud bir delidir" dedi. [233]
Mal ve Servetin Yok Olma Belâsı:
Mûsâ Aleyhisselâm; Firavunla kavminin imana gelmelerinden, ümidini
kesince[234], mal ve servetlerinin yok olması için, dua etti.
Hârûn Aleyhisselâm da, Âmîn! dedi. [235]
Mûsâ Aleyhisselâm, duasında:
"Ey Rabbimiz! Hakîkaten, Sen, Firavun´a ve ileri gelenlerine, dünya
hayatında zînet (ve haşmet) ve nice mallar verdin, Senin yolundan
saptırsınlar diye mi ey Rabb´imiz!
Sen, onların mallarını yok et Rabb´imiz!
Onların kalblerini şiddetle sık ki, artık, onlar, o çetin azabı
görecekleri zamana kadar iman etmeyeceklerdir!" dedi.
(Allah):
"İkinizin de, duası, kabul olunmuştur.
O halde, yine, istikamette (doğru hareketinizde) devam ediniz!
Sakın, bilmezlerin yoluna uymayınız!" buyurdu. [236]
Yüce Allah; onların mallarını, Dirhem ve Dinarlarını, taşa çevirdi!
[237]
Abdulaziz b. Mervan´ın, Mısırda ele geçirdiği, Firavun Hanedanına âid
mal kalıntılarından bir çanta içinde bulunan: soyulmuş iki yarım
yumurta ve soyulmuş bir ceviz çeni ile nohud ve mercimeğin taş
kesildikleri görülmüştür! [238]
Mısırlıların imansızlıkları, kötü tutum ve davranışları yüzünden
uğradıkları azab-lar, Kur´ân-ı Kerim´de şöyle açıklanır:
"And olsun ki: biz, Firavun Hanedanını, düşünüp ibret alsınlar diye,
yıllarca, kuraklıkla, mahsullerin kıtlığı ile tutup sıktık.
Fakat, onlara, iyilik gelince: Bu, bizim hakkımızdır! dediler.
Kendilerine, bir fenalık da, gelirse, Mûsâ ile onun beraberindekilere,
uğursuzluk yüklerlerdi.
Gözünüzü açınız, iyi biliniz ki: onların uğursuzluğu, ancak, Allah
tarafındandır.
Fakat, çokları, bilmezler.
Onları;
"Bizi, büyülemek için, her ne mucize getirsen, biz, sana iman ediciler
değiliz!" dediler.
Bunun üzerine, biz de, ayrı ayrı Mucizeler olmak üzere, başlarına
Tufan, Çekirge, Haşerat, Kurbağalar ve Kan gönderdik.
(Böyle iken) yine (iman etmeyi) kibirlerine yediremediler. Onlar, öyle
günahkârlar güruhu idiler. Üzerlerine o azab çökünce:
"Ey Mûsâ! Bizim için, Rabb´ine -Sana olan Va´d´i hürmetine- dua et!
Eğer, bu azabı, bizden ayırıp sıyırırsan, and olsun ki: sana, kesin
olarak iman edeceğiz,
Ve and olsun ki: İsrail oğullarını da, seninle birlikte mutlaka
göndereceğiz!" dediler.
Vaktâ ki, biz, kendilerinin erişecekleri bir müddete kadar, onlardan
azabı, giderdik. Bir de, ne bakarsın, yeminlerini bozuyorlar bile! [239]
Mûsâ
Ve Hârûn Aleyhisselâmların Firavunla Tekrar Karşılaşmaları:
Mûsâ ve Harun Aleyhisselâmlar, tekrar Firavun´un yanına vardılar. Ona:
"...Biz, senin Rabb´inin, iki Elçisiyiz.
Artık, israil oğullarını, bizimle gönder.
Onlara, işkence yapma!
Biz, sana, Rabb´ından hakîkî bir âyet (Mucize) getirmişizdir.
Selâm (ve selâmet), doğruya tâbi olanlaradır.
Bize, şu hakikat Vahy olundu ki: hiç şüphesiz, azab, (Peygamberleri),
yalanlayanların, (hakdan) yüz çevirenlerin tepesindedir!" dediler.
Firavun:
"O halde, Mûsâ! Sizin Rabbiniz, kimdir?" dedi.
O da:
"Bizim Rabb´imiz, her şeye hilkatini veren, sonra da, yolunu,
gösterendir." dedi.
(Firavun):
"Öyle ise, evvelki (geçmiş) asırlar (halkının) hali nedir?" dedi.
(Mûsâ):
"Onların ilmi, Rabb´imin nezdindeki bir Kitabdadır.
Benim Rabb´im, hatâ da, etmez, unutmaz da!" dedi. [240]
(Firavun):
"Ey Mûsâ! Sen, Sihr´inle, bizi, yerimizden çıkarman için mi geldin
bize?´[241] "...Mûsâ! Ben, seni, her halde, sihirlenmiş (büyülenmiş)
sanıyorum!" dedi. Mûsâ da:
And olsun ki: bunları (her biri basiretle görülecek) birer ibret olmak
üzre, göklerin ve yer´in Rabb´inden başkasının indirmediğini
bilmişsindir.
Ben de, seni, ey Firavun! Her halde, helak edilmiş sanıyorum!" dedi.
[242] "Firavun´un kavminden ileri gelenler:
"Bu, sizi, yurdunuzdan çıkarmak isteyen bilgiç bir sihirbazdır
muhakkak!" dediler. [243]
Firavun:
"Bırakınız beni, Musa´yı, öldüreyim!
(Varsın) o Rabb´ine yalvarsın!
Çünkü, ben, onun, dininizi değiştireceğinden, yâhud yer(yüzün)de fesad
çıkaracağından korkuyorum!" dedi.
Mûsâ da:
"Ben, hesap gününe inanmayan her kibirli (insan)dan, benim de, Rabb´im,
sizin de, Rabb´iniz (olan Allah´a) sığınırım!" dedi.
Firavun Ailesinden olup imanını gizlemekte bulunan bir Mü´min[244]:
"Siz, bir Adamı, Rabb´im, Allâh´dır demesiyle öldürür müsünüz?!
Halbuki, o, size, Rabb´inizden, apaçık mucizeler de, getirmiştir.
Bununla beraber; eğer, o, bir yalancı ise, yalanı, kendisinedir.
Eğer, doğrucu ise, sizi tehdid edegeldiği (azab)ın bir kısmı olsun
(gelir) sizi, çarpar!
Şüphesiz ki, Allah, haddi aşan (iddiasında) çok yalancı olan kimseyi
muvaffak kılmaz.
Ey kavmim! Bu gün, bu yerde, siz galip (kimse)ler olmak üzere, mülk,
sizindir.
Fakat, Allah´ın hışmı gelip çatarsa, kim bize yardım eder?" dedi.
Firavun:
"Ben, size hangi reyde bulunuyorsam, ondan başkasını, işaret etmiyorum.
Size, doğru yolun hilafını da, göstermiyorum!" dedi.
Mü´min olan (o Zat, sözlerine devamla):
"Ey kavmim! Hakikat, ben, o sürü sürü fırkaların gününe misal
(vermeniz)den, Nûh kavminin, Âd´ın, Semud´un ve daha sonrakilerin hali
gibi (bir maceraya sapıp felâkete uğramanızdan) korkuyorum!
(Yoksa) Allah, kullarına, bir zulüm dileyecek değildir.
Ey kavmim! Hakikat, ben, size karşı, o bağırışıp çağırışma gününden
endişe etmekteyim.
(O gün, Hesap yerini) arkanızda bırakarak (Cehennem´e) döneceğiniz,
gündür!
(O gün) sizi, Allâh(ın azâbın)dan, hiç bir kurtarıcı yoktur.
Allah, kimi şaşırtırsa, onun yolunu, doğrultucu da, yoktur.
And olsun ki: (bundan) önce, Yûsuf de, size, apaçık burhanlar
getirmişti.
O vakit te, onun size getirdiği şeyler hakkında şüphe edip durmuştunuz.
Hattâ, o, vefat edince de:
"Bundan sonra, Allah, asla peygamber göndermez!" demiştiniz.
İşte, Allah, o haddi aşan şüpheci kimseleri, böyle şaşırtırdır." dedi.
[245]
Firavunun
Allah´ı Okla Vurmağa Kalkışı:
Firavun:
"Ey ileri gelenler! Ben, sizin, benden başka İlâhınız olduğunu,
bilmiyorum!. [246]
"Ey Hâmân[247] Haydi, benim için, çamurun üzerinde ateş yak ta[248]
bana, yüksek bir kule yap!
Belki, ben[249], o yollara, göklerin yollarına ulaşır[250], Musa´nın
İlâhına yükselip çıkarım.
Bununla beraber, ben, onu, mutlaka[251], yalancılardan[252], bir
yalanc[253] sanıyorum!" dedi. [254]
İsrail oğulları, en ağır şartlar altında çalıştırılarak yedi yılda bir
kule yapılıp bitirildi. [255]
Firavun, yapılan yüksek kulenin üzerine çıktı.
Kendisine, bir yay getirilmesini, emretti.
Semaya doğru nişan alıp ok attı.
Ok, kana bulaşmış olarak ona, geri çevirildi.
Bunun üzerine, Firavun:
"Ben, Musa´nın İlâhını, öldürdüm!" dedi. [256]
Sihrin
Mucize İle Karşılaşması ve Ağır Bir Yenilgiye Uğraması:
Firavun; çevresindeki ileri gelenlere:
"Hiç şüphesiz, bu, mutlaka çok bilgili bir sihirbazdır ki, sizi, sihri
ile yerinizden
(yurdunuzdan sürüp) çıkarmak istiyordur. Şimdi (buna) ne buyurursunuz?"
dedi. [257] (İleri gelenler): "Onunla kardeşini, alıkoy!
Şehirlere, toplayıcılar sal da, ne kadar bilgili sihirbaz varsa,
hepsini sana, getirsinler" dediler. [258]
(Musa´ya da):
"Sen, Atalarımızı, üzerinde bulduğumuz (yoldan) bizi döndüresin de, bu
yerde devlet, ikinizin (elinde) olsun diye mi bize geldiniz?
Biz, ikinize de, inanıcılar değiliz!" dediler.
Firavun:
"Usta ne kadar Sihirbaz varsa, hepsini, bana getiriniz!" dedi. [259]
Sihirbazlar, Firavuna geldiler ve:
"Galebeyi, kazananlar, biz olursak, elbet bize bir mükâfat var değil
mi?" dediler.
Firavun:
"Var ya! Hem siz, muhakkak (benim) en yakınlar(ım)dan da, olacaksınız!"
dedi. [260]
(Sihirbazlar) aralarında işlerini, çekişe çekişe konuştular. (Sonra)
gizlice müşavere ettiler:
"Bunlar, (başka değil), her halde, iki sihirbazdır ki, sizi, sihirleri
ile yerinizden çıkarmak, en şerefli ve üstün olan dininizi gidermek
istiyor/ardır.
Onun için, bütün tuzaklarınızı bir araya toplayınız. Sonra, saf halinde
birden geliniz (hücum ediniz)
Bu gün, galip olan, muhakkak, umduğuna ermiştir!" dediler. [261]
(Firavun):
"Ey Mûsâ! Sen, sihrinle, bizi, yerimizden çıkarman için mi geldin bize?
Şimdi, biz de, sana, onun gibi bir sihir yapacağız!
Şimdi, sen, kendinle bizim aramızda bir buluşma yeri ve vakti tâyin et
ki, ne senin, ne bizim caymayacağımız düz (geniş) bir yer olsun!" dedi.
O (Mûsâ) da:
"Sizinle karşılaşma zamanımız, zînet günü ve insanların toplanacağı
kuşluk vaktidir!" dedi.
"Bunun üzerine, Firavun,arkasını dönüp gitti.
Bütün hilesini toplayıp geldi. "[262]
İnsanlara da:
"Siz de, toplamalar mısınız?" denildi.
(Onlar):
"Umarız ki: (bizimkiler) galip olurlarsa, biz de, (kendi)
Sihirbazlarımıza uyarız! (dediler)" [263]
Toplanan sihirbazların sayısı:
70´şi, İsrail oğullarından, 2 si de, Kıbtî Başkanlarından (İbn.Habîbe
göre: Fars-hlardan) olmak üzre, 72 idi. [264]
veya 12.000 idi. [265] veya 15.000 idi. [266] veya 19.000 idi. [267]
Toplanan sihirbazların sayılarının daha çok olduğu da rivayet edilir.
[268]
Sihirbazdan, ancak, 7000´i Usta Sihirbaz ve bunların içinde de, ancak
700´ü seçkindi. [269]
Bunların arasında da:
Sâbur,
Âdur,
Hatvat,
Musfâ adlarında dört başkan bulunuyordu. [270]
Toplanan sihirbazlardan 15.000 sihirbaz, toplantı yerinde saf oldular.
Her biri, iplerini ve asalarını getirmişlerdi, [271]
Sihirbazların asaları ve ipleri, 60 deve ile taşınmıştı. [272]
Firavun, toplantı yerinde kendisine ayrılan yere, Mısırın Eşrafı ile
birlikte kuruldu.
Halk ta, onun karşısında halkalandılar.
Mûsâ Aleyhisselâm, yanında kardeşi Hârûn Aleyhisselâm olduğu[273] ve
üzerlerinde yünden iki gömlek bulunduğu halde halkın alay etmelerine
aldırış etmeden[274] Asasına dayanarak oraya geldi. [275]
Sihir ve sihirbazlık, ötedenberi, birçok milletlerde: Araplarda,
Rumlarda, Hind-lilerde, Acemlerde[276] , Mısırlılarda görülegelen
tarihî bir vâkıadır. [277]
Dahhâk b. Ulvan, b.lmlîk, b.Âd, Babil taraflarına varıp Babil´i kurmuş,
çevrede ne kadar sihirbaz varsa, hepsini Babil´e toplamış, onlardan,
sihri öğrenmiş ve hattâ sihirbazların başı olmuştu. [278]
Firavun Musa Aleyhisselamın karşısına çıkardığı sihirbazlara: "Bu gün,
karşısındakine üstün gelen, umduğuna, ermiştir!" dedi. [279] "Mûsâ,
Onlara (Sihirbazlara): Yazıklar olsun size! Allah´a karşı, yalan
düzmeyiniz! Sonra, O, azab ile kökünüzü kurutur!
Allah´a karşı yalan uyduran (herkes) muhakkak, hüsrana uğramıştır!"
dedi. [280] Sihirbazlar, birbirlerine: "Bu söz, Sihirbaz sözü
değildir!" dediler. [281]
Sihirbazlar:
"Ey Mûsâ! (Asa´nı) ya sen (önce) at, ya da, önce atan kişiler biz
olalım! [282]
"Ey Mûsâ! Sen mi (önce) atacaksın, yoksa, (önce) atanlar, biz mi
olalım?" dediler. [283]
Mûsâ, onlara:
"Ne atacaksanız (önce) siz, atınız!" dedi. Onlar, iplerini ve
sopalarını atıp:
"Firavunun izzeti hakkı için, galip olanlar, biziz biz!" dediler. [284]
...Vaktaki, attılar. Halkın, gözlerini sinirlediler. Onlara, korku,
saldılar, büyük bir sihir (meydana) getirmiş oldular. [285]
Firavun´un zevcesi Âsiye hatun; Firavuna karşı, Mûsâ Aleyhisselâma
yardım etmesi için, Yüce Allah´a yalvardı, durdu.
Firavun Hanedanından, onun, bu halini görenler, kendisinin, Firavun ve
taraf-darlarına, şefkatından dolayı, Firavun lehinde dua ediyor
sandılar. [286]
Sihirbazların her biri, ellerindeki asalarını ve iplerini yere
bıraktıkları zaman, onlar, koşar yılanlar gibi, vadiyi dolduran ve
birbiri üzerine binen dağlar gibi gösterilerek seyircilerin gözlerini
kamaştırdılar. [287]
Sihirbazlardan
Kimisi: Renk, renk,
Kimisi: Simsiyah yüzlü,
Kimisi: Upuzun boylu,
Kimisi: Kısa ve enli,
Kimisi: Boynuzlu,
Kimisi: Kalkan kadar kulaklı,
Kimisi: Maymun yüzlü,
Kimisinin alnı, aşağıda, sakalı, yukarıda idi!
Havada uçan,
Ağızlarını açan,
Ağızlarından ateşler saçan...
İri ve kanadlı yılanlar... meydanı doldurmuştu. [288]
"Mûsâ, onlara (Sihirbazlara):
Bu, sizin (meydana) getirdiğiniz (yaptığınız) şey sihirdir.
Allah, hiç şüphesiz, onun boşluğunu, asılsızlığını meydana çıkaracaktır.
Allah, elbette, fesadcıların işini düzenlemez.
Allah; günahkârların hoşuna gitmese de, hakkın, hak olduğunu
Kelimeleriyle isbatlardır." dedi. [289]
Biz, (Musa´ya):
Korkma! dedik, çünkü, üstün (gelecek) muhakkak, sensin sen!
Elindekini (yere) bırakıver!
Bu, onların yaptıklarını, yutar!
Çünkü, onların sanat diye ortaya attıkları, ancak, bir sihirbaz
tuzağıdır.
Sihirbaz ise, nerede olsa, umduğuna, ermez. [290]
"Bunun üzerine, Mûsâ, (elindeki) Asasını (yere) bırakıverdi.[291]
...Bir de, ne görsünler! Bu, onların uydurup düzdüklerini hep yakalayıp
yutuyor! [292]
Evet! Mûsâ Aleyhisselâmın, yere bıraktığı Ejderhâ kesilen Asası,
Firavunun ve halkın gözlerine, koşar yılanlar gibi görünen ipleri ve
asaları birer birer toplayıp yutmağa başlamıştı.
O derecede ki, vadide, Sihirbazların yere bıraktıkları asa ve iplerden
az veya çok, hiç bir şey görünmez oldu, yok olup gitti.
Mûsâ Aleyhisselâm, Ejderha Asasını, eline alınca, eskiden olduğu gibi,
Asa haline geldi.
Sihirbazlar, bu Mucize karşısında:
"Eğer, bu, bir Sihir olsaydı, asla, bize galebe çalamaz[293], onun işi,
bize gizli kalamazdı.
Eğer, bu, bir Sihir olsaydı, İplerimiz, Asalarımız, nereye gider, böyle
yok olabi-lirmiydi? [294]
Eğer, bu, bir sihir olsaydı, sihrimizi, böyle yutmazdı.
Bu, muhakkak, Yüce Allah tarafından olan bir işdir!" dediler. [295]
Sihirbazların Başkanlarından âmâ olana, arkadaşları:
"Musa´nın asası, iri ve korkunç, erkek bir yılan oldu. İplerimizi ve
asalarımızı, yuttu!" dedikleri zaman:
"Onlardan, bir eser kalmadı mı? Veya onlar, eski hallerine dönmedi mi?"
diye sordu.
"Hayır!" dediler.
Bunun üzerine, âmâ Başkan:
"Bu, Sihir değildir!" dedi. [296]
"Sihirbazlar, derhal secde ederek yere kapandılar:
"Âlemlerin Rabb´ine, Müsâ ile Harun´un Rabb´ine iman ettik!" dediler.
[297]
Firavun:
"Ben, size izin vermeden, siz, ona, iman ettiniz hâ!
Hiç kuşkusuz, size sihri öğreten büyüğünüz imiş o! [298]
"...Hiç şüphesiz, şehirde -onun halkını, içinden çıkarmanız için,
kurduğunuz bir hilekârlıktır bu... [299]
"...Ben de, elbette, sizin ellerinizi, ayaklarınızı çaprazlama
keseceğim! Sizi, muhakkak, hurma dallarına asacağım!
Siz de, hangimizin azabı daha çetin ve sürekli olduğunu, elbette
öğreneceksiniz!´1 dedi. [300]
(Secdeye kapanan Sihirbazlar):
"Bunda, dediler, bize hiç bir zarar yok..." [301]
"Biz, şüphesiz ki, Rabbimize dönücüyüz." [302]
"Biz, seni, bize gelen şu apaçık Mucizelere, bizi Yaratan´a, katiyyen
tercih edemeyiz!
Artık, sen, neye hâkim isen, hükmünü ver!
Sen, hükmünü, ancak, bu dünya hayatında geçirebilirsin.
Biz, günahlarımızı ve bizi zorladığın sihr´i affetmesi için, Rabb´imize
gerçekten iman ettik.
Allâh(ın sevabı, seninkinden) daha hayırlı (azabı da, seninkinden) daha
süreklidir. [303]
"Her halde, biz, iman edenlerin ilki olduğumuz için, Rabbımızın, bizim
günahlarımızı yarlıgayacağını da, umarız!" dediler. [304]
"Sen, bizden -başka bir sebeple değil- ancak, Rabbimizin âyetlerinde
-onlar, bize geldiği zaman- iman ettik diye intikam alacaksın.
Ey Rabbimiz! Üstümüze sabır yağdır!
Bizi, Müslümanlıkta sabit kimseler olarak öldür!" [305]
Firavun, dediğini, yaptı. Onların ellerini, ayaklarını kestirdi ve
kendilerini, hurma dallarına astırdı.
Onlar, öldürülürlerken:
"Ey Rabbimiz! Üstümüze sabır yağdır!
Bizi, müslümanlıkta sabit kimseler olarak öldür!" demekte idiler.
Günün başında kâfir olan bu sihirbazlar, günün sonunda şehidler
kafilesine dahil oldular. [306]
Firavunun kavmi, yenilgi ve korku içinde, toplantı yerinden,
birbirlerini çiğneyerek döndüler.
Allah düşmanı Firavun da, yenilgiye ve lanete uğramış olarak oradan
sarayına dönüp küfründe ısrar, kötülük işlemekte devam etti. [307]
Firavunun kavminden ileri gelenler:
"Musa´yı ve kavmini fesadcılık etmeleri, Seni de, Tanrılarını da, terk
etmesi için mi? bu toprakta tutacaksın?!" dediler.
Oda:
(Eskiden olduğu gibi, yine) oğullarını öldürürüz, yalnız kadınlarını
sağ bırakırız!
Şüphesiz ki, biz, onların tepesinde kahredicileriz!" dedi. [308]
Firavunun
Sarayındaki Müminler Ve Başlarına Gelenler:
Firavun Hanedanından Hızkıl; imanını gizleyen Mü´minlerden olup Mûsâ
Aley-hisselâmın, Sihirbazları yenmesi üzerine[309] veya daha önce,
imanını açıklamış ve Sihirbazlarla birlikte, o da, idam edilmişti. [310]
Hızkıl´ın zevcesi de, Firavunun kızlarının baş tarakçısı idi ve Yüce
Allah´ın, iyi halli kıldığı Mü´min kadınlardandı.
Kendisi, bir gün, Firavunun kızının başını tararken, tarak, elinden
düşünce, (Bismillah = Allah´ın ismiyle) demişti.
Firavunun kızı:
"Babamın ismiyle mi demek istiyorsun?" diye sordu. O:
"Hayır! Belki, benim Rabb´im ve Babanın Rabbi olan Allah´ın ismiyle
demek istiyorum!" dedi.
Firavunun kızı:
"Ben, bunu, babama haber vereceğim!" dedi ve haber verdi.
Firavun, onu, ve onun oğlunu yanına getirtti. Mü´mine kadına:
"Senin Rabb´in kim?" diye sordu.
Oda:
"Benim de, Rabb´im, senin de, Rabbin Allâh´dır!" dedi.
Firavun; bakırdan tandır yapılıp kızdırılmasını ve onun ve
çocuklarının, o tandırın içine atılmasını emretti.
Mü´min kadın, Firavun´a:
"Benim, senden bir dileğim vardır." dedi.
Firavun;
"Nedir o?" diye sordu.
Mü´min kadın:
"Benim kemiklerimi ve çocuklarımın kemiklerini birleştirip gömmendir."
dedi.
Firavun:
"Senin bu dileğini yerine getirmek, bize düşen bir hak ve vazifedir."
dedi. Sonra da, oğullarını, birer birer tandıra attırdı!
Hattâ, son oğlan çocuğu, daha süt emer bir sabi idi. Annesine:
"Anneciğim! Sabret! Çünkü, sen, hakk üzerindesin!" demişti.
Anneleri de, çocukları ile birlikte tandıra atıldı! [311]
Firavunun zevcesi Âsiye hatun, hâlis Mü´min kadınlarındandı. [312]
Allah´a, gizlice ibadet ederdi.
Firavunun korkusundan, namazını, gizli yerde kılardı.
Âsiye hatun; Firavunun kızlarının baş tarayıcısı kadını, nasıl
işkencelerle öldürdüğünü, köşkün penceresinden görmüş ve öldüğü zaman
da, Allah´ın, onu, şereflendirmeyi ve hayra erdirmeyi irade buyurup
Meleklerin, onun ruhunu, göklere yükselttiği, kendisine açıkça
görünmüş olduğundan, Allah´a yakîni ve tasdîki artmıştı.
O sırada, Firavun, Âsiye hatunun yanına girdi ve Hızkıl´in zevcesi, baş
tarayıcısı kadına yaptığını haber verdi.
Bunun üzerine, Âsiye hatun:
"Yazıklar olsun sana ey Firavun!
Sen, yüce Allah´a karşı, buna, nasıl cür´et ve cesaret edebildin?!"
dedi.
Firavun:
"Her halde, Sahiben olan baş tarayıcısını tutan delilik, seni de,
tutmuş!" dedi.
Âsiye hatun:
"Beni, delilik tutmuş değildir.
Fakat, ben, benim Rabb´im, senin Rabb´in ve Âlemlerin Rabb´i olan
Allah´a iman etmişimdir!" dedi.
Firavun, Âsiye hatunun annesini çağırttı ve ona:
"Baş tarayıcısı kadını tutmuş olan delilik, senin kızını da, tutmuş!"
dedikten sonra:
"Yemin ederim ki: o, ya Musa´nın İlâhını, inkâr edecek, ya da, muhakkak
ölümü tadacaktır!" dedi.
Âsiye hatun, annesiyle başbaşa kalıp annesi, Firavunun isteğine
muvafakat etmesini dilediği zaman, ona:
"Allah´ı, inkâr etmemi istiyorsun hâ?!
Hayır! Vallahi, ben, bunu, hiç bir zaman yapmam!" dedi.
Bunun üzerine, Firavun, Âsiye hatun için, yere dört kazık çaktırdı, ve
onların arasında can verinceye kadar ona, işkence yaptırdı. [313]
Can verirken, gözüne Melekler ve kendisi için hazırlanan nimetler
görünüp gülmeğe başlayınca, Firavun: "Şunu tutan deliliğe bakınız ki:
işkenceler içinde qü-lüyor!?" dedi. [314]
"Allah, iman edenlere de, Firavunun zevcesini bir misal olarak irâd
etti.
O vakit o:
Ey Rabb´im! Bana, katında, Cennetin içinde bir ev yap!
Beni, Firavundan ve onun (kötü) amel (ve hareketinden kurtar!
Beni, o zâlimler güruhundan selâmete çıkar!" demişti." [315]
Mûsâ
Aleyhisselâmın İsrail Oğullarıyla Birlikte Mısırdan Gizlice Ayrılışı:
Yüce Allah, Mûsâ Aleyhisselâma: "Kullarımı, gece yola çıkar.
Çünkü, tâkıb edileceksiniz!" [316]
...Kullarımla, geceleyin yola çık da, (düşmanların) yetişme(sin)den
korkmayarak (boğulmanızdan da) endişelenmeyerek onlara, denizde kuru
bir yol aç!" diye Vahy etti. [317]
Firavun da, şehirlere asker toplayıcılar saldı. [318]
Mûsâ Aleyhisselâm, telakki eylediği Vahy üzerine[319], İsrail
oğullarının, her dört ev halkının, bir evde toplanmasını[320], Mısırdan
ayrılmalarını,
Kıbtîlerden, süs eşyalarını, emânet olarak almalarını,
Hiç bir kimsenin, arkadaşına, yüksek sesle seslenmemesini,
Kandillerin, sabaha kadar yanık bırakılmasını,
Yola çıkanlardan, kim oldukları sorulunca, Parola olarak "Amr" diye
cevap verilmesini,
Evinden ayrılan kimsenin, yola çıktığı bilinmek üzere, kapısına kan
sür-mesini[321],
Mayalanmalarını beklemeden, ekmeklerini pişirmelerini[322] emretti.
Bundan sonra, Mûsâ ve Hârûn Aleyhisselâmlar, İsrail oğullarıyla
birlikte Kıbtî-lerin haberi olmadan, Mısırdan yola çıktılar.
Mûsâ Aleyhisselâm, İsrail oğullarının başında ardcı kumandanı, Harun
Aleyhisselâm da öncü Kumandanı olarak bulunuyordu.
Mûsâ Aleyhisselâm; İsrail oğulları cemaatinin başında yola çıktı. [323]
Yirmi yaşına basan, küçüklüğünden, altmış yaşına basan da,
büyüklüğünden dolayı, sayım dışında bırakıldı.[324]
Mısırdan
Ne Zaman Çıkıldığı? Hangi Yolla ve Ne Tarafa Doğru Gidildiği:
Mûsâ Aleyhisselâmın; İsrail oğulları ile birlikte Mısırdan çıkışı,
Bahar Mevsiminin başında ve ilk ayında[325], ve nisanın onbirinci günü
idi.[326]
Mûsâ Aleyhisselâm; gecenin evvelinde[327], soldaki, Şam´a doğru giden
yolu
bırakıp[328], İsrail oğullarını, denize doğru götürdü. [329] İsrail
oğulları arasında bulunan bir adam, Mûsâ Aleyhisselâm için: "Yolu,
bıraktı!?" dedi. Mûsâ Aleyhisselâm: "Ben, böyle emrolundum!" dedi. [330]
Firavun; Mûsâ Aleyhisselâmla İsrail oğullarının Mısırdan çıkıp
gittiklerini, ancak, gecenin sonuna doğru öğrenebildi. [331]
Yûsuf
Aleyhisselâmın Tâbut´unun Bulunup Götürülüşü:
İsrail oğulları, Mısırdan çıktıkları zaman, yolu, şaşırdılar.
Üzerlerine, gecenin karanlığı da, çöktü.
Birbirlerine:
"Nedir bu hal?" diye sormağa başladılar.
Yaşlı Bilginleri:
"Yûsuf Aleyhisselâm, vefat edeceği sırada, kendisinin kemiklerini,
yanımızda taşımadıkça, Mısırdan çıkmayacağız diye Allah adına, İsrail
oğullarından Ahd´ü Mîsak almıştı!" dediler.
Mûsâ Aleyhisselâm:
"Onun kabrinin yerini, kim biliyor?" diye sordu.
"İsrail oğullarının Koca karısı biliyor!" dediler. [332]
İsrail oğullarının Koca Karısı, hem kötürüm, hem âmâ idi. [333]
Mûsâ Aleyhisselâm, haber salıp onu, getirtti:
"Bana, Yûsuf (Aleyhisselâm)ün kabrini göster!" dedi.
Koca karı:
"Sen, bana hükmümü[334], dört şeyi[335] vermedikçe[336], sana, onu,
haber vermem!" dedi. [337]
Mûsâ Aleyhisselâm:
"Hükmün, nedir?" diye sordu. [338]
Koca Karı:
1) Ayaklarımı çözüp yürür hale getirmendir.
2) Gözümü, bana geri çevirmendir.
3) Gençliğimi, bana geri çevirmendir. [339]
4) Cennet köşküne seninle birlikte girmem[340] ve senin yanında
bulunmam-dır!" dedi. [341]
Koca karının bu istekleri, Mûsâ Aleyhisselâmın ağırına gitti[342].
İsteklerini, kabul etmek istemedi.
Yüce AUâh, Mûsâ Aleyhisselâma:
"Ona, hükmünü ver! [343]
Şüphesiz ki, senin taahhüdünü, yerine getirmek, bana düşer!" diye
Vahyetti.
Mûsâ Aleyhisselâm, Koca Karının dileğini kabul etti. [344]
"Olur!" dedi. [345]
Koca Karı:
"Ben, çok yaşlıyım. Yürümekten de, âcizim. Beni, taşıyınız!" dedi.
Taşıdılar.
Nîl´in yanına varınca:
"İşte, o, şu suyun içindedir!" dedi. [346]
Onları, suyun toplandığı bir yere götürdü. [347]
"Şu suyu, çekiniz!" dedi.
Çektiler.
"Kazınız yeri!" dedi.
Kazdılar. [348]
Nîl´in kenarında, Mermer bir sandık içinde olduğu halde, onu,
çıkardılar. [349]
Sandık, yere çıkarılınca, yol, gündüzün ziyası gibi oldu. [350]
Yûsuf Aleyhisselâmın Tâbutu taşınırken, ay da, doğmuş, yolu, gündüz
gibi aydınlatmış, doğru yolu, onun sayesinde bulmuşlardır.
Yûsuf Aleyhisselâmın Tâbutu, Kenan ilinde kale dışındaki hâlen
bulunduğu yere gömülmüştür. [351]
Firavun
Ordularının İsrail Oğullarını Tâkib Edişi:
Mısırın yerlisi Kıbtîler; kütle halinde ölen gençlerinin defin
işleriyle uğraştıkları için, Mûsâ Aleyhisselâm ile kavminin
ardlarına[352], ancak, güneş doğarken, düşebildiler. [353]
Milyonluk Firavun ordularının öncü komutanı, Firavunun Vezîri Hâmân
idi. [354]
Bu orduların Yedi yüz bini, erkek atlı süvari olup[355] süvari
atlarının içinde bir tane bile kısrak yoktu. [356]
Her süvarinin başında miğfer ve elinde de, harbe (kargı) vardı. [357]
Her bin kişinin başında ise bir Kral bulunuyordu. [358]
Kralların oğullarından veya onların tebaasından hiç kimse geride
bırakılmamıştı. [359]
Firavun da; kır atlılar dışında yetmiş bin kara atlı ordusunun başında,
Mûsâ Aleyhisselâmı talep ve tâkıb ediyordu. [360]
İsrail
Oğullarında Telaş, Heyecan ve Korku:
Firavun; böylece, orduları ile birlikte Mûsâ Aleyhisselâmla İsrail
oğullarının ard-larına düşmüş, deniz de, onları, nasıl kapladıysa,
öylece, kaplayıvermişti. [361]
Musa´nın Eshâbı:
"Muhakkak, erişilip yakalandık!" dediler.
(Mûsâ):
"Hayır! Hiç kuşkusuz, Rabb´im, benimle beraberdir.
O, beni, (selâmet) yol(un)a iletecektir! "[362]
Umulur ki, Rabb´iniz, düşmanınızı, helak edecek, sizi, bu yerde
hükümdar yapacak ta, sizin nasıl hareket edeceğinize bakacaktır."
dedi. [363]
İsrail oğullarından bazıları da:
"Ey Mûsâ! Bize va´d ettiğin yardım ve zafer, nerede kaldı?! [364]
(Ey Mûsâ!) Sen, bize (Peygamber olarak) gelmezden önce de, bize
geldiğinden sonra da, biz, işkenceye uğratıldık...´[365]
Onlar, oğullarımızı, boğazlıyorlar, kızlarımızı sağ bırakıyorlardı,
Bugün ise, Firavun, bizi yakalayacak, yakalandığımızda da, bizi,
öldürecektir!
Önümüzde deniz, arkamızda da, Firavun var! [366]
Denize girersek, boğuluruz!" dediler. [367]
Denizin suyu, son derece çoğalmış, rüzgâr, denizin dalgalarını, dağlar
gibi kaldırıp kaldırıp geri bırakıyordu! [368]
Mûsâ Aleyhisselâm, İsrail oğullarının arkasından, önüne geçti.
Kendisinin yanında kardeşi Hârûn ve Yûşa´ b.Nûn Aleyhisselâmlar olduğu
halde, dalgaları, birbirine çarpıp köpüren denize bakıyordu. [369]
İsrail oğulları, Mûsâ Aleyhisselâma:
"Bize va´d ettiğin şey nerede?!
Şu deniz, önümüzü, kesti! Firavun ve orduları da, arkamızı kıstı!"
dediler. [370]
Ne firara imkân var, ne karara derman var!?" dediler.[371]
Firavun ve orduları; İsrail oğullarına, olanca kinleri ve
kızgınlıklarile gelip kavuşmuş bulunuyorlardı.
İş, büyümüş, çetinleşmiş, gözler, yerinden kaymış, yürekler, boğazlara
gelmişti. [372]
Yûşa´ b.Nûn Aleyhisselâm:
"Ey Kelîmullâh! [373] arkamızdan, Firavunla, önümüzden de, denizle
kaplandık!" dedi. [374]
Firavun Hanedanından bir Mü´min de; Mûsâ Aleyhisselâma: "Önünü, şu
daniz, Firavun Hanedanı da, arkanı, bürüdü. Nereden geçmekle
emrolundun?" diye sordu. Mûsâ Aleyhisselâm:
"Denizden geçmekle emrolundum!"[375] deyince, bu ve başkaları, denizden
geçmek üzere, hayvanlarını, denize dalmağa zorladılarsa da, hayvanların
ön ayakları, suya, batmağa başlayınca, gerilediler.
Hiç biri, denize girmeğe güç yetiremedi. [376]
Hârûn Aleyhisselâm, ilerleyip denize, Asası ile vurdu.
Deniz, vurulmak istemedi ve:
"Kimdir bu, bana vuran Cebbar?!" diyerek homurdandı. [377]
Yüce Allah, denize Vahy edip:
"Sana, kulum Mûsâ, Asası ile vurduğu zaman; Mûsâ ve yanındakiler,
geçecek şekilde oh iki bölüme ayrıl!
Ondan sonra, Firavun ve tarafdarlarının üzerine kapan, birleş!"
buyurdu. [378]
Mûsâ Aleyhisselâma da:
"Asanı, denize vur!" diye Vahy etti. [379]
İsrail
Oğullarının Denizde Açılan Yollardan Geçip Kurtuluşu Ve Firavunla
Ordularının Denizde Boğuluşu:
Mûsâ Aleyhisselâm, denize:
"Ey Ebâ Hâlid! [380] Allah´ın izniyle yarıl!" diyerek[381] Asasını,
vurunca, deniz, derhal yarıldı.
Denizin her parçası, kocaman dağ gibi oldu. [382]
Denizde, İsrail oğullarının on iki kabilesi için, on iki yol açılmıştı.
[383]
Yüce Allah, bir de, rüzgâr gönderip yaş yolu, kuruttu. (Yürümeye
elverişli hale getirdi) [384]
Her kabile, bir yola girip ilerlemeğe başladı.
Yollar, birbirinden duvarlarla ayrılmış gibi olduğu ve bu yollarda
gidenler, birbirlerini göremedikleri için, her kabile, yalnız
kendisini kurtulmuş sanıyor, diğerleri hakkında:
"Her halde, eshabımız, öldürülmüştür!" diyorlardı. [385]
Mûsâ Aleyhisselâma:
"Eshabımız, nerededir? Onları, göremiyoruz!" dediler.
Mûsâ Aleyhisselâm:
"Siz, yürüyünüz! Onlarda, sizin yolunuzun benzeri bir yol
üzerindedirler!" dedi.
İsrail oğulları:
"Onları, görmedikçe, bunu, kabul edemeyeceğiz!" dediler. [386]
Bunun üzerine, Mûsâ Aleyhisselâm, Yüce Allah´a dua etti.
Yüce Allah da, o yolları, her birileri için, ön önündekinden, en
sonuncusuna kadar, hepsini, bakıp birbirlerini görebilecekleri şekilde
kemerler haline getirdi. [387]
Mûsâ Aleyhisselâmla yanında bulunanlar, böylece, toptan kurtulduktan
sonra, Yüce Allah; Firavunla ordularını, denize yanaştırdı. [388]
Firavun ve arkadaşları, yaklaşıp ta, denizin yarıldığını, gördükleri
zaman; Firavun:
"Denizin, benden, benim heybetimden korktuğunu, düşmanlarıma yetişip
onları, öldüreyim diye benim için nasıl açıldığını, görmüyormusunuz?!"
dedi. [389]
Firavun; Mûsâ Aleyhisselâmla İsrail oğullarını yakalamak üzere, deniz
yollarına girmek istediği zaman, Firavunun Vezir´i Hâman:
"Ben, bu yere defalarca uğramışımdır. Bu günüme kadar, burada, böyle
bir yol görmüşlüğüm yoktur.
Ben, korkuyorum: bizim helakimiz, eshabımızın helakleri için, bu yolun
şu adam tarafından kurulmuş bir tuzak olmadığından emîn değilim!" dedi
ise de, Firavun, onun sözünü dinlemedi. [390]
Firavunun atı, deniz içindeki yola girmekten çekindi.
O sırada, Cebrail Aleyhisselâm, bir kısrak üzerinde gelip Firavunun
atının önünde durdu.
Erkek at, onu, kokladıktan sonra, Cebrail Aleyhisselâm, kısrağını,
denizdeki yola sürdü.
Firavunun atı da, hemen onun ardına düştü.
Firavunun orduları, Firavunun, denizde açılan yola girdiğini görünce,
onlar da, Firavunla birlikte deniz yollarına girdiler.
Cebrail Aleyhisselâm, önde, Firavun ve orduları da, ona tâbi olarak
gittiler. Mikâil Aleyhisselâm ise, arkada, at üzerinde durup gerideki
kavmi!, "Sahibinize, kavuşunuz!" diyerek teşvik ediyor, gayrete
getiriyordu.
Cebrail Aleyhisselâmın, denizden ayrılacağı zaman, önünde, denizden
dışarıya çıkmayan ve Mikâil Aleyhisselâmın arkasında da, denizin içine
girmeyen hiç kimse kalmamıştı ki, denizin kocaman dağlar gibi havaya
kalkmış bulunan su yığınları, Firavunla, ordularının üzerine kapanmağa
başlayınca, Firavun[391]:
"İnandım: gerçekten, İsrail oğullarının iman ettiğinden başka İlâh yok!
Ben de, Ona teslim olanlardan, Müslümanlardan´ım!"[392] demek zorunda
kalmışsa da,
"Şimdi mi?! (Başın dara gelince mi, iman ediyorsun?)
Halbuki, sen, bundan önce (ömür boyunca) isyan etmiş, dâima
fesadcılardan olmuştun!
Biz de, bu gün, seni (cansız) bir beden olarak (karada yüksek bir yere
atacağız) bırakacağız ki, arkandan geleceklere bir ibret olasın!
Bununla beraber, insanlardan birçoğu, âyetlerimizden cidden
gafildirler." buy-rulmuş[393], ye´s imanına hiç itibar edilmemiştir.
[394]
Çünkü, Yüce Allah´ın, kulları hakkındaki Sünneti, böyle cereyan
edegelmiştir:
(Onlar) gazabımızı gördüklerinde: Allah´ın birliğine inandık, Ona,
şerik koştuğumuz şeyleri inkâr ettik! dediler.
Amma, gazabımızı gördükleri vakitki imanları, kendilerine fayda verecek
değildi.
Allah´ın, kulları hakkında olagelen kanunu, budur.
İşte, kâfirler, bu noktada hüsrana düştüler. [395]
Yüce Allah; Firavun´un da, hem dünyada, hem âhiretteki durumunu da.
şöyle açıklamıştır:
"Kendisi de, askerleri de, o yerde (Mısırda), haksız yere büyüklük
tasladılar ve hakîkatan, bize döndürülmeyecek/erini sandılar.
Bunun üzerine, biz de, hem onları (Firavun ve ileri gelenlerini), hem
askerlerini yakalayıverdik te, denizin içine attık.
Bak! zalimlerin akıbeti nice oldu?
Biz, onları (dünyada, insanları) ateşe davet eden rehberler yaptık.
Kıyamet gününde ise (azaplarının defi hususunda) asla yardıma
kavuşturulma-yacaklardır.
Bununla beraber, bu dünyada, biz onların arkalarına lanet de, taktık.
Hele Kıyamet gününde onlar (suratları çirkin/eştirilen) çok menfur
(adamlardandır. "[396]
"Hem o (Firavun), Kıyamet günü de, kavminin önüne düşer.
Artık, o, onları, ateşe götürmüştür.
Onların vardıkları o yer, ne kötü bir yerdir! [397]
Cebrail Aleyhisselâm: "Yaratıklar içinde, iki kişiden, birisi, Âdem´e
secde etmekten kaçındığı zaman, Cinlerden, İblis´den;
İkincisi de: Ben, sizin, en yüksek Rabbinizim! dediği zaman, Firavundan
nefret ettiğim kadar hiç bir kimseden nefret etmemişimdir!"
demiştir.[398]
Sahih bir Hadîs-i şerifde de, Cebrail Aleyhisselâmın:
"Yâ Muhammed! Rahmetin, Firavun´a erişmesinden korkarak, denizin, kara
balçığından alıp onun ağzını tıkarken, beni, bir göreydin!" dediği
bildirilmiştir.[399]
Firavunun
Cansız Cesedinin İsrail Oğullarına Gösterilişi:
Denizin; Firavun ve ordularının üzerina kapanırken, dalgaların
birbirlerine çarparak çıkarıldıkları dehşetli sesi, İsrail oğulları,
işittikleri zaman:
"Nedir bu çığlık?" diye sordular. Mûsâ Aleyhisselâm da:
"Yüce AHâh, Firavunu ve onun bütün yanında bulunanları suda boğup helak
etti!" dedi.
İsrail oğulları:
"Sen, onun, insanların muhtaç olduğu hiç bir şeye muhtaç olmadığını
görmedin mi?!" dediler. [400]
Onlar[401], onlardan bazıları, Firavunun, ölüp ölmediğine şüphede
idiler. [402]
"Firavun, ölmemiştir!" [403]
"O, hiç bir zaman, ölmez!" [404]
"O, suda boğulmamıştır!" [405]
"O, şu anda, bizi, yakalayacak ve öldürecektir!" diyorlardı.
Mûsâ Aleyhisselâm, dua edince[406], Yüce Allah, denize, emretti.
Deniz, onu, zırh gömleği üzerinde bulunduğu halde, [407] su üzerine
kaldırdı!
İsrail oğulları, onu, üzerindeki zırh gömleğinden tanıdılar. [408]
Denizin, sahile attığı Firavunun cesedi, kızıl bir öküzü andırmakta idi.
İsrail oğulları, onu, seyrettiler. [409]
Nihayet, onun öldüğüne kanâat getirdiler, [410] ve:
"Evet! Yâ Mûsâ! Bu, Firavundur! Gerçekten, denizde boğulmuştur!"
dediler.
İsrail oğullarının kalblerinden şüphe gidince, deniz, Firavunu, önceden
olduğu gibi, yuttu. [411]
Mûsâ
Aleyhisselâmın İsrail Oğullarını Selâmetle Geçirdiği ve Firavunla
Ordularının İçinde Boğuldukları Deniz:
Mûsâ Aleyhisselâmın, İsrail Oğullarını, selâmetle içinden geçirip
karaya çıkardığı, Firavunla ordularının içinde boğuldukları deniz;
Kulzum denizi olup[412] 3. iklimde, 56 derece 30 dakika boylamda; 28
derece 20 dakika enlemde bulunan ve Kızıl Deniz´in Suvays (Süveyş)
Körfezi´ni oluşturan kesimi idi.
Deniz sahilindeki Kulzum şehri ile Mısır´ın arası, 3 günlüktür. [413]
Kulzum: Mısırla Mekke arasında, Tur dağına yakın, eski ve harap bir
beldenin ismi olup yerine, Suvays (Süveyş) şehri kurulmuştur.
Suvays (Süveyş) denizi de, denilen Kulzum denizine de, giren ve
binenlerin çoğunu yuttuğu için, Kulzum ismi verilmiştir. [414]
İngiliz Araştırma Ekiplerince Kızıldeniz Sahilinde Toprak Altından
Çıkarılıp Londra British Müzesi´nde Teşhir Edilen ve Denizde Boğulan
Firavun´a Âid Olması Kuvvetle Muhtemel Bulunan Mumyasız, Hiç Bozulmamış
Cesed Hakkında Zafer Dergisi´nin Mayıs 1983 Tarihli 77. Sayısında
Yayınlanan Teşhis Yazısı:[415]
3000
Yıllık Mucize
Dr.Müh. Celâl EDİZ
Londra´daki ünlü British Müzesi´ni gezenlerin hayret ve dikkatle
izledikleri bir bölüm vardır. Mumyalar bölümü.
Bu bölümdeki en dikkat çeciki cesed ise, cam bir fanus içinde bulunan
ve secde vaziyetinde duran bir insana aittir. Bu cesedin bütün
organları tamdır. Hatta başındaki sararmış saçları ile sakalları dahi
rahatlıkla görülebilmektedir.
Cesedin en hayret verici özelliği ise mumyalanmamış oluşudur. Bilindiği
gibi mumyalanmış cesedlerin iç organlarından bazıları çıkarılmış ve
diğer kısımları ilaçlanmış durumdadır. Oysa ki bu cesede el sürülmemiş
ve hiç bir kimyevî muamele yapılmamıştır.
Acaba cesedlerin birkaç haftada tamamen bozulduğu bilinen bir gerçek
iken, bu cesed nasıl olmuş da 30 asır boyunca çürümemiştir,
dağılmamıştır?
Ve mumyaların dahi zamanla bozulduğu bilinen dünyada bir eşi daha
bulunmayan bu cesedin bozulmamasındaki sır nedir?
Bu sırrın çözümünü mukaddes kitabımız Kur´an´a bırakıyor ve 1400 sene
öncesinden bildirilen ve günümüzde açıklığa kavuşan bu hadiseyi,
ayetlere dayanarak açıklıyoruz.
Hadisenin anlatıldığı ayet-i kerimelerin numaralarını tek tek verecek
ve bunların meallerini kelimesi kelimesine aktaracağız. Böylelikle
mukaddes kitabımızın büyük bir mucize olduğu bir kere daha gösterilmiş
olacaktır.
Ele alacağımız ayetler, Hz. Musa´nın (A.S.) firavun ile olan
mücadelesini, ibretli bir şekilde gözler önüne sermektedir.
Hz. Musa (A.S.) M.Ö. 1200 yıllarında yaşamış ve hayır ile şer
arasındaki mücadele, onun zamanında da devam etmiştir.
Bilindiği gibi firavun, onun can düşmanıdır. Bir rüyasında, doğacak bir
erkek çocuğun kendisini öldürüp saltanatına son vereceğini gören
firavun, yeni doğan bütün erkek çocukların öldürülmesini emretmiş,
fakat Allah, Hz. Musa´yı (A.S.) muhafaza ederek, ileri yaşlarda
peygamberlikle şereflendirmiştir.
Firavunun Hz. Musa (A.S.) ile onun mücadelesi onun peygamber
olmasından sonra daha da hız kazanır. Firavun, Hz. Musa (A.S.) ile ona
iman eden Beni İsrail kabilelerine pek çok eza ve cefaya başlamıştı.
Bunun üzerine Hz. Musa (A.S.) ve ona tâbi olanların Mısır´dan çıkıp
gitmelerine taraf-ı ilâhiden müsaade verildi. Bundan haberdar olan
Firavun, pek kuvvetli bir ordu ile bunları takibe başladı.[416]
Hz. Musa (A.S.) bu takipten kurtulmak için Cenab-ı Hakkın şevkiyle
Kızıl-deniz kenarına kadar gelmişti. Önlerinde düşman gibi deniz,
arkalarında da deniz gibi düşman vardı. İşte bu dehşetli vaziyette iken
Allah´ın emriyle Hz. Musa (A.S.) asasını denize vurdu. O anda bir
mucize olarak deniz yarıldı ve açılan yoldan geçerek selamet sahiline
ulaştılar. [417]
Firavun ve askerleri İsrailoğullarını takip ederken, denizin ayrılmış
olan sularını dehşetle görmüşler, fakat kin ve düşmanlıklarından
dolayı bir anlık tereddütten sonra onlar da deniz içinde açılan yola
girerek takibe devam etmişlerdi. Ancak denizin ayrılmış olan suları
tekrar birleşmeye başlamış ve sonunda Firavunla birlikte bütün ordusu,
tek bir kişi dahi kurtulamadan sulara gömülmüştür. [418]
Yine aynı mealde olan Yunus suresinin 90. ayeti, aynen şöyledir:
'İsrailoğullarını denizden geçirdik. Firavun ve askerleri haksızlık ve
düşmanlıkla artlarına düştüler. Firavun boğulacağı anda:
"İsrailoğullarının iman ettiğinden başka (Allah) olmadığına inandım,
artık ben de müslümanlardanım" dedi.
Fakat Cenab-ı Hak firavunun imanını kabul etmemiş ve ona Cebrail (A.S.)
vasıtası ile şöyle hitap buyurmuştur:
'Ona: "Şimdi mi inandın, daha önce baş kaldırmış ve bozgunculuk
etmiştin." dendi.[419]
Yine aynı surenin 92. ayetinde ise şöyle buyrulmaktadır: "Felyevme
mü-necciyke bi bedenike..." Suda gark olan Firavun´a der.
"Bugün senin gark olan (Boğulan) cesedine necat (Kurtuluş)
vereceğim."[420]
"Ta ki, senden geridekilere bir ibret olsun. Ve şüphe yok ki, nastan
(insanlardan) birçokları bizim ayetlerimizden (Delillerimizden)
elbette gafillerdir."[421]
Evet, Kur´an haktır ve hakikattir. Ve hiçbir hükmü yanlış çıkmamıştır.
Ayetlerde gayet bariz bir şekilde belirtilen firavun hadisesi de,
bunun bir başka örneğidir. Çünkü aradan asırlar geçmiş ve dünyada bir
başka eşi bulunmayan o cesed, 3000 yıllık bir mucizeyi gözler önününe
sermek üzere asrımızın sahillerine (92. ayette belirtilen yere)
atılmıştır.
Cesedin bulunduğu yer, son derece dikkat çekicidir ve bu mucizenin
isbatı için oaşlıbaşına yeterli bir delildir. Çünkü cesed, hadisenin
meydana geldiği yerde, kızıideniz´in kenarındaki Cebelein mevkiinde
bulunmuş ve onu kızgın kumlar arasından çıkaran İngiliz araştırma ekibi
tarafından ülkelerine götürül-
Cesedlerin yaşını tesbit etmekte uygulanan metodların, günümüzde kesin
bir SOnuÇ vermediği kabul edilmektedir.[422] Fakat Karbon 14 metodunun
uygulandığı bu cesedin en az 3000 senelik olduğu, yani Hz. Musa (A.S.)
devrinde yaşadığı bilinmektedir, ouıün du delillerin, mucizenin isbatı
için yeterli olduğu ortadadır. Çünkü ayet
ve tefsirler, hadiseyi her bakımdan teyid eder mahiyettedir.
Mesela 1144 yılında vefat eden Zemahşerî, Yunus suresinin 92. ayetinin
tefsirini aynen şu şekilde yapmakta ve kendisinden 8 asır sonra
bulunacak olan bu cesedi, âdeta görür gibi tasvir etmektedir.
"... Seni, deniz kenarında bir köşeye atacağız... Cesedini tam,
noksansız ve bozulmamış halde, çıplak ve elbisesiz olarak, senden
asırlar sonra gele-ceKiere dır ioret olmak üzere koruyacağız. [423]
Ayet ve tefsirlerde, firavun cesedinin "tam" olacağının bildirilmesi,
onun mumyalanmamış durumda olacağını da isbat etmektedir. Çünkü
mumyalanmış cesedlerin iç organları eksiktir. O halde, bir benzeri
daha bulunmayan bu cesed, ayet ve tefsirlere bu noktadan da uygunluk
arz etmektedir.
Evet, bir cesedin 3000 yıl muhafaza edilmesi, mukaddes kitabımızın
sahibi olan Rabbimizin kudretine, elbette ağır gelmeyecektir. Ancak
bizler, o secde vaziyetindeki cesedden ibret almalı ve Rabbimizin
kudreti karşısında secdeye varmalıyız.[424]
Yûş´a ve Kâlib Aleyhisselâmların Mısır
Şehirlerine Gönderilişi:
Yüce Allah; Mûsâ Aleyhisselâmla bütün İsrail oğullarını, denizden
selâmetle karaya çıkardığı, Firavunla ordularını denizde boğduğu zaman,
Mûsâ Aleyhisselâm,[425] , on ikişer bin kişilik iki orduyu, Yûşa´
b.Nûn Aleyhisselâmla Kâlib b.Yu-fenna Aleyhisselâmın kumandası altında
Firavunun şehirlerine gönderdi.
Yüce Allah; o şehirlerin Ulularını, Başkanlarını, kumandanlarını ve
savaş erlerini denizde boğmuş; oralarda, kadınlar, çocuklar ve
ihtiyarlardan başka kimseler kalmamış, şehirler, bomboş hale gelmişti.
Yûşa´ ve Kâlib Aleyhisselâmların orduları, Firavunun beldelerine girip
oralarda buldukları malları ve hazineleri iğtinam ettiler.
Ganimet mallarından taşıyabildiklerini, taşıdılar, taşlamadıklarını da,
başka bir kavme sattılar. [426]
Yûşa´ b.Nûn Aleyhisselâm, Firavun halkının üzerine, onlardan birisini
Vekil tâyin edip yanındaki Müslümanlarla birlikte ve pek çok ganimet
almış ve Allah´a hamd ve şükre dalmış olarak Mûsâ Aleyhisselâm yanına
döndü. [427]
İsrail
Oğullarının Tapmak İçin Mûsâ Aleyhisselâmdan Put İstemeleri:
Yüce Allah; İsrail Oğullarının -Tapmak üzre- Mûsâ Aleyhisselâmdan nasıl
put istediklerini, Kur´ân-ı Kerim´de şöyle açıklar:
"İsrail oğullarını, denizden geçirdik.
Hemen, putlarının önünde tapan bir kavme rastladılar:
"Ey Mûsâ! Onların nasıl tanrıları varsa, sen de, bize, öyle bir tanrı
yap!" dediler. Mûsâ:
"Siz, cidden, ne kadar cahillik eder bir kavimsiniz!
Hiç şüphe yok ki, bunların, içinde bulundukları (din), helake mahkûmdur.
(İbadet diye) yapmakta oldukları şey de, boşunadır.
İlâh olarak size, Allah´dan başkasını mı arayacakmışım?!
Halbuki, O, sizi, âlemlerin üstüne geçirmiştir.
Hani, sizi, Firavun Hanedanından kurtarmıştık.
Onlar ki, size, azabın kötüsünü yüklüyorlardı: Oğullarınızı,
öldürüyorlar, yalnız kızlarınızı sağ bırakıyorlardı.
Bunda, size, Rabb´inizden, büyük bir imtihan vardı. "[428]
Mûsâ Aleyhisselâmın uyarısı üzerine, İsrail oğulları, put istemeyi
bıraktılar. [429]
İsrail oğullarının rastladıkları kavm, inek heykeline tapmakta idi.
Kendilerine, sorulunca, ona, tapmadıklarını, zaruret halinde, onlardan
yararlandıklarını ve zararlardan, onlarla korunduklarını, onlarla
rızıklandırıldıklarını söylemişler, kendilerinden bazı cahiller de,
onları, doğrulamışlardı.[430]
Mûsâ
Aleyhisselâmın Tûr Dağına Gidişi:
Mûsâ Aleyhisselâm; Mısırda iken, Yüce Allâh´dan telakki eylediği Vahy´e
dayanarak; Mısırdan çıkışlarından, düşmanlarının helaklerine kadar
olanları ve geriye bırakılanları içine alan bir Kitab getirmeyi,
İsrail oğullarına va´d etmişti.
Yüce Allah; Firavunu ve Firavunun kavmini helak edip İsrail oğullarını,
onların elinden kurtardığ.ı düşmanlarından, emîn bir hale getirdiği
zaman[431]; İsrail oğulları, bir Kitab ve Şeriat bulunmadığı
için[432], Mûsâ Aleyhisselâma:
"Ey Mûsâ! Bize, va´d etmiş olduğun kitabı, getir!" dediler.
Mûsâ Aleyhisselâm da, bunu, Rabb´inden diledi. [433]
Bunun üzerine, Yüce Allah, Mûsâ Aleyhisselâma:
Tür dağına gelerek, Kendisine ibadet ve münâcaatta bulunmasını, Vahy
etti.
Cebrail Aleyhisselâm, Onu, götürmek üzere, Hayat Atı denilen At
üzerinde geldi.
Sâmirî, onu, görünce:
"Bu At için, muhakkak, önemli bir hal ve şan vardır!" dedi ve At´ın
tırnağının bastığı yerden bir avuç toprak aldı. [434]
Sâmirî Mûsâ b.Zafer[435]; öküze tapan Bâcerma halkından olup[436]
Mısıra gelmiş ve İsrail oğulları arasında, Müslüman olduğunu
açıklamış[437], kendisi Ku-yumcu[438], dışı Müslüman, içi, münafık bir
adamdı[439].
Mûsâ Aleyhisselâm; Tûr´a giderken, kendisinin yerine, Hârûn
Aleyhisselâmı, İsrail oğullarının başına, Vekil bıraktı.
Onlara, Tûr´da otuz gece -Yüce Allah, bunu, kırka çıkardı- kaldıktan
sonra, döneceğini va´d etti. [440]
Mûsâ Aleyhisselâm, Tûr dağına çıktı.
Yüce Rabb´i, Onunla, konuştu.
İsrail oğulları hakkında, ona, emirler verdi. [441]
Sâmirî´nin
İsrail Oğullarını Buzağıya Taptırışı:
Hârûn Aleyhisselâm; İsrail oğullarına:
"Ey İsrail oğulları! ganimet, size helâl değildir.
Kıbtîlerden, emaneten almış olduğunuz süs eşyaları ise, ganimettir.
Onların hepsini, bir araya toplayıp kazacağınız bir çukura gömünüz!
Mûsâ gelip te, onları, size helal kılarsa, çukurdan çıkarıp alınız.
Aksi olursa, sakın, onlardan, hiç bir şey yemeyiniz!" dedi. [442]
Yüce Allah´ın; Mûsâ Aleyhisselâm için tayin ettiği ve on gece ile de,
kırka tamamladığı müddetten otuzu, geçince, Sâmirî, İsrail oğullarına:
"Firavun Hanedanından, emaneten aldığınız ve onların, felâkete
uğramaları üzerine, size kalan süs eşyalarını, getiriniz!" dedi.
Getirdiler ve ona, verdiler.
Sâmirî de, onlardan, bir erkek buzağı heykeli yaptı.
Cebrail Aleyhisselâm in atının ayağının bastığı yerden almış olduğu bir
avuç topraktan birazını, onun karnına koyup ortaya, böğüren bir buzağı
çıkardı. [443]
İsrail oğullarına:
"İşte, sizin İlâhınız ve Mûsânın İlâhı, budur!
Fakat, Mûsâ, onu, burada unuttu da, aramağa gitti." dedi. [444]
İsrail oğullarından Hârûn Aleyhisselâmla birlikte bulunan on iki bin
kişiden başka, hepsi, bir benzeri daha görülmeyen bir sevgi ile
buzağıya bağlanıp[445] tapmağa başladılar. [446]
Hârûn Aleyhisselâm, onlara:
"Ey kavmim! Siz, bununla (Buzağı ile) ancak, imtihana çekildiniz.
Sizin hakîkî Rabb´iniz, Rahman´dır.
Haydi, bana tâbi olunuz,benim emrime itaat ediniz!" dedi.
Onlar ise:
Biz, Mûsâ bize dönüp gelinceye kadar, ona (buzağıya tapmakta) kaim ve
dâim olmaktan katiyen ayrılmayacağız!" dediler.´[447]
Hârûn Aleyhisselâm ile İsrail oğullarından, onunla birlikte bulunan
kimseler, buzağıya tapanlara karşı, ayaklandılarsa da, onlarla
savaşmadılar.[448]
Sâmirî´nin ziynet eşyasından eriterek yapıp İsrail oğullarını azdıran
(Böğüren Buzağı Heykeli) hakkında Eshab-ı kiramdan İbn.Abbas:
"Hayır! Vallahi, hiç bir zaman, onun içinde ses bulunmamış, ancak, yel,
arka deliğinden girer, ağzından çıkar da, bu seslenme, bundan ileri
gelirdi." de-miştir. [449]
Bunun için, Yâkubîde; Buzağı heykelinin, karnına giren yel´in, onu
buzağı gibi seslendirdiğini söylemiştir. [450]
Yüce Allah; Mûsâ Aleyhisselâma, İsrail oğullarının, kendisinin
arkasından nasıl saptıklarını, buzağıya taptıklarını haber verdi. [451]
Hâdisenin
Yüce Allah Tarafından Açıklanışı:
Yüce Allah; Mûsâ Aleyhisselâmın, Tûr´a ne için gittiğini, orada ne
kadar kaldığını, neler olduğunu, kendisinin arkasından İsrail
oğullarının neler yaptıkların, Mûsâ Aleyhisselâmın, onlara ve Hârûn
Aleyhisselâma nasıl kızdığını, Kur´ân-ı Kerim´-de şöyle açıklar:
"Mûsâ ile otuz gece (ibadet ve münâcatta bulunması için) sözleşmiştik
ve ona, bir on gece daha kattık. Bu suretle Rabb´ının tayin buyurduğu
vakit, kırk gece olarak tamamlandı.
Mûsâ, kardeşi Harun´a:
"Kavmimin içinde, benim yerime geç. (Onları) İslah et!
Fesadcıların yoluna uyma!" dedi.
Vaktâ ki, Mûsâ (ibadet için) tâyin ettiğimiz vakitte geldi.
Rabb´i, ona (İlâhî sözünü) söyledi.
(Mûsâ):
"Rabb´im! (Cemâlini) göster bana (ne olur?) Seni, göreyim!" dedi.
(Rabb´i, ona):
"Beni, katiyen göremezsin!
Fakat, şu dağa bak! Eğer, o, yerinde durabilirse, sen de, beni,
görürsün!" buyurdu.
Derken, Rabb´i, o dağa[452] tecellî edince, onu, param parça ediverdi!
Mûsâ da, baygın (bir halde) yere düştü!
Ayılınca:
"Seni, tenzih ederim. Tevbe ettim Sana!
Ben, iman edenlerin ilkiyim!" dedi.
(Rabb´i, ona):
"Ey Mûsâ! Ben, seni, Risâletimle, Kelâmımla (zamanındaki) bütün
insanlardan mümtaz kıldım.
Şimdi, sana, şu verdiğimi al! ve şükreden/erden ol!" buyurdu.
Biz, onun için, levhalarda her bir şeyi, Mev´izaya ve (hükümlerin)
tafsiline âid her şeyi yazdık.
Haydi, bunları, kuvvetle (ciddiyet ve azim ile) tut!
Kavmine de, onun en güzel (hükümleri)ni, tutmalarını, emret!
Size, ileride fâsıkların yurdunu göstereceğim.
Yer yüzünde haksızlıkla kibirlenenleri, âyetlerimi idrâk)den
çevireceğim.
Onlar, her âyeti görseler, ona, inanmazlar.
Doğru yolu görseler de, onu, bir yol edinmezler.
(Fakat) azgınlık yolunu, görürlerse, yol diye işte, onu, tutarlar.
Bu âyetlerimizi, yalan saydıklarından, onlardan, gafil olmalarındandır.
Halbuki, âyetlerimizi ve Âhirete kavuşacaklarını yalan sayanların bütün
işledikleri, boşa gitmiştir.
Onlar, yapmakta olduklarından başkası ile mi cezalandırılacaklardı
ya[453]
(Rabb´i, Musa´ya):
"Ey Mûsâ! Seni, kavminden (ayrılıp böyle gelmekte) acele ettiren
nedir?" buyurdu.
(Mûsâ):
"Onlar, işte, onlar da, benim ardımca (geliyorlar)
Ben, sana yönelerek acele ettim ki, yâ Rab! (benden, daha çok) hoşnud
olasın!" dedi. (Rabb´i):
"Biz, senden sonra, kavmini, imtihan ettik.
Sâmirî, onları, azdırdı!" buyurdu.
Mûsâ, derhal, öfkeli ve tasalı olarak kavmlına döndü:
"Ey kavmim! Rabbiniz, size, güzel bir va´d ile söz vermedi mi?
Yoksa (ayrılışımın üzerinden) sizce, çok zaman mı (geçip) uzandı?
Yahud, Rabbinizden, bir gazab vâcib olmasını mı istediniz de, bana olan
va´di-nizden caydınız?!" dedi.
(Kavmi):
"Biz, sana verdiğimiz sözden, kendimize mâlik olarak caymadık.
Fakat, biz, o kavmin (Kıbtîlerin) zînetinden, bir takım ağırlıklar,
yüklenmiştik te, onları, (ateşe) atmıştık.
Sâmirî de, (kendi zînetini) böylece atmıştı." dediler.
Hulâsa, o, kendilerine, böğüren bir buzağı heykeli (döküp) çıkarmıştı.
(Gerek o, gerek onun avenesi):
"İşte, sizin de, Musa´nın da, İlâh´ı budur!
Fakat, Mûsâ unuttu!" demişlerdi.
Bilmiyorlarmıydı ki: o (buzağı), onlara hiç bir sözle mukabele
edemiyor, onlara, ne bir zarar, ne de, bir yarar vermek kudretine mâlik
olamıyordu?[454]
"Mûsâ, kavmine, öfkeli ve tasalı döndüğü zaman:
"Size bıraktığım şu makamımda, arkamdan ne kötü işler yapmışsınız?
Rabbinizin emrini (beklemeyip) acele ettiniz ha?!" dedi.
Elindeki Levhaları (yere) bırakıverip[455] kardeşinin başından tuttu.
Kendine doğru çekiyordu.
(Hârûn):
"Anam oğlu! Bu kavim, beni, cidden zayıf gördüler (hırpaladılar).
Az kaldı ki, beni, öldüreceklerdi!
Sen de, bana, bari, böyle, düşmanları sevindirecek harekette bulunma!
Beni, zâlimler gürûhuyle bir tutma!" dedi. [456]
Mûsâ:
"Ey Hârûn! Bunların saptıklarını, gördüğün zaman, bana, tâbi olmaktan,
seni, meneden ne idi?
Sen, benim emrime isyan mı ettin?" dedi.
(Hârûn):
"Ey anamın oğlu! sakalımı, başımıfn saçını) tutma!
Hakîkat, ben, senin:
"İsrail oğulları arasında ayrılık çıkardın, sözüme, bakmadın!
diyeceğinden korktum" dedi.
(Mûsâ):
"Ya senin zorun ne idi ey Sâmirî?" dedi.
O da:
"Ben, onların görmediklerini, gördüm:
Binâenaleyh, o Elçinin izinden bir avuç (toprak) alıp (erimiş ziynet
eşyasının içine) attım.
Bunu, bana, nefsim hoş gösterdi, böyle!" dedi.
(Mûsâ):
"Haydi, (defol) git!
Çünkü, senin hayatın boyunca (nasibin: benimle) temas etmeyiniz!
demendir.
Sana, senin için, hiç şüphesiz, asla vazgeçilemeyecek bir ceza günü de,
vardır.
Üstüne düşüp taptığın ilâhına bak!
Biz, onu, yakacağız. Sonra da, onu, parça parça edip denize atacağız!
Sizin İlahınız, ancak, kendisinden başka hiç bir İlâh bulunmayan
Allâh´dır.
Onun ilmi, her şeyi, kuşatmıştır!" dedi. [457]
Vaktâ ki (İsrail oğulları, buzağıya tapmaktan) çok pişman oldular ve
kendilerinin, muhakkak, saptıklarını gördüler:
"Ey Rabbimiz! Bize acımaz, bizi bağışlamazsan, her halde, en büyük
ziyana uğrayanlardan olacağız!" dediler. [458]
(Mûsâ):
"Ey Rabb´im! Beni de, kardeşlerimi de, yarlığa! Bizi, rahmetinin içine
sal! Sen, esirgeyenlerden, daha esirgeyensin!" dedi.
"Şüphe yok ki: buzağıya (ilâh diye) tutunanlara, Rab´larinden bir gazab
dünya hayatında da, bir horluk erişecektir.
İşte, biz, (Allah´a karşı) yalan düzenleri, böyle cezalandırırız.
Kötülükler işleyip te, sonra, ardından tevbe ve bununla beraber iman
edenler(e gelince): şüphesiz ki, Rabb´in, bunun ardından (tevbe ve
imanlarından sonra) elbette (kendilerini) yarlıgayıcıdır, hakkıyle
esirgeyicidir.
Vaktâ ki, Musa´dan, o öfke uzaklaşıp sükûn hasıl oldu.
(Yere bıraktığı) Levhaları, aldı.
Onun bir nüshasında (şu da, yazılı idi):
(Sapıklıktan kurtulup) Hidâyet(e), (Azabdan sıyrılıp) Rahmet(e
kavuşmak), o kimselere mahsustur ki; onlar, Rab´terinden korkarlar.
"[459]
Sâmiri´nin
Ve Yaptığı Buzağı Heykelinin Akıbeti:
Mûsâ Aleyhisselâm; Sâmirî´ye yaklaşmamalarını, onunla düşüp
kalkmamalarını, İsrail oğullarına emretti.
Bunun üzerine, Sâmirî, ne kimse ile ülfet eder, ne de, kendisiyle ülfet
olunur bir hale geldi.
Hiç kimse, onun yanına yaklaşmaz ve hiç kimse, ona dokunmazdı. O halde
olarak ölüp gitti. [460]
Sâmirînin yapmış olduğu buzağı heykeli de, ateşte yakılıp toz haline
geldikten sonra, denize atıldı. [461]
Tevbe
Etmek Üzere Seçilen Yetmiş Kişinin Tur´daki Davranışları ve Akıbetleri:
Mûsâ Aleyhisselâm; Tûr-i Seynâ´nın karşısında konaklamış bulunan[462]
İsrail oğulları arasından seçtiği yetmiş kişiye[463]:
"Benimle birlikte, gidiniz de, yaptığınız şeyden dolayı, Allah´a tevbe
ediniz!
Kavminizden, arkanızda bıraktığınız kimseler için de, tevbe dileğinde
bulununuz!
Oruç tutunuz!
Temizleniniz ve elbiselerinizi de, temizleyiniz!" dedi.
Onları, Rabb´inin tâyin ettiği vakitte Tûr-i Seynâ´ya götürdü.
Mûsâ Aleyhisselâm; Yüce Allah´ın katına, ancak, Onun izni ve
bildirmesiyle, varırdı.
Mûsâ Aleyhisselâmın yanında, Cenâb-ı Hakk´la buluşmak için giden bu
yetmiş kişi:
"Bizim için dile de, Rabb´imizin Kelâmını işitelim!" dediler. Mûsâ
Aleyhisselâm: "Dileyeyim." dedi.
Tûr dağına yaklaştığı zaman, dağın üzerine, bir bulut sütunu dikildi,
dağın tümünü kapladı!´
Mûsâ Aleyhisselâm, yanaşıp bulutun içine girdi. Yetmiş kişilik
cemaatına da: "Yaklaşınız!" dedi.
Mûsâ Aleyhisselâm, Rabb´i ile konuşmağa başladığı zaman, alnında öyle
bir nûr parladı ki, Âdem oğullarından hiç kimse, ona, bakamazdı!
Bu nûr´un üzerine, bir de, perde örtüldü ve o, yetmiş kişi de, yaklaşıp
bulutun içine girince, secdeye kapandılar.
Yüce Allah´ın Kelâmını, işitmeye başladılar.
Yüce Allah, Mûsâ Aleyhisselâma, emir ve nehiylerde bulunuyor. [464]
"Şunu, yap! Bunu, yapma!" buyuruyordu. [465]
Mûsâ Aleyhisselâma verilecek emirler, sona erdiği zaman, bulut, Mûsâ
Aley-hisselâmın üzerinden açıldı.
Mûsâ Aleyhisselâm, onların yanına geldi.
Onlar, Mûsâ Aleyhisselâma:
"Biz, Allah´ı, apaçık görünceye kadar, sana, katiyen inanmayız!"
dediler.
Derken, kendilerini, bir yıldırım yakaladı da, ruhları, bedenlerinden
uçup ölü-verdiler! [466]
Mûsâ Aleyhisselâm, kalkıp[467] ağlayarak Rabb´ine yalvarmağa başladı:
"Ey Rab´im! Ben, İsrail oğullarının yanına gittiğim zaman, ne diyeyim?
Sen, onların hayırlılarını! helak etmiş bulunuyorsun?
Ben, şimdi, yanımda onlardan, tek kimse bile bulunmaksızın İsrail
oğullarının yanına dönüyor olduğuma göre, onlar, beni,
doğrulamayacaklardır. [468]
Yâ Rab! Eğer, di/eşeydin, onları da, beni de, daha önce helak ederdin.
İçimizden, bir takım beyinsizlerin işlediği (günah) yüzünden, hepimizi
helak mi edeceksin?
Zâten, o da, Senin imtihanından başka (bir şey) değildi.
Sen, onunla, kimi dilersen, dalâlete götürür, yine, kimi dilersen (onu
da) doğru yola iletirsin.
Sen, bizim Velîmizsin!
O halde, bizi yarlığa!
Bizi, Esirge!
Sen, Yarlıgayıcıların en hayırlısısın!" diyordu. [469]
Yüce Allah, bu yetmiş kişinin, buzağıyı mâbud edinenlerden olduğunu,
Mûsâ Aleyhisselâma Vahy ile bildirdi.[470]
Bununla beraber, Kendisine, şükretmeleri için[471] onları, birbiri
arkasından diriltip ayağa kaldırdı.
Onlar, dirilirlerken de, birbirlerinin nasıl diriltildik/erini
seyrediyorlardı. [472]
İsrail
Oğullarının Mûsâ Aleyhisselâma İtaatsızlıkları:
Mûsâ Aleyhisselâm; İsrail oğullarına, Erîhâ´ya, yâni Beytülmakdis
toprağına gitmelerini emretti, [473] ve:
"Ey kavmim! Allah´ın, size takdir ettiği mukaddes toprağa giriniz!
Arkalarınıza, dönmeyiniz!
Sonra, nice zararlara uğrayanların haline)a dönmüş olursunuz!" dedi.
(Onlar ise):
"Ey Mûsâ! Doğrusu, orada zorbalar güruhu (Âd kavmi kalıntısı) var!
Doğrusu, onlar, oradan, çıkıncaya kadar, biz, (oraya) katiyen giremeyiz!
Eğer (onlar), oradan çıkarlarsa, biz de, muhakkak (oraya) giricileriz."
dediler. [474]
(Peygamberine aykırı davranmaktan) korkmakta olan kimselerden,
Allah´ın, kendilerine nimet ihsan ettiği iki er1 h
"Onların üzerine (şehrin) kapısından giriniz!
(Bir kerre), ona girdiniz mi, hiç şüphesiz ki, siz galipsinizdir.
Artık,Allâh´a güvenip dayanınız,(gerçekten) imanetmiş
kimse/erseniz!r"dedi. [475]
Onlar ise:
Ey Mûsâ! Onlar (Zorbalar), orada bulundukça, biz, oraya, ebediyen
giremeyiz!
Artık, sen, Rabb´inle beraber git! Bu suretle ikiniz (onlarla) harp
ediniz!
Biz, mutlaka (burada) oturucularız!" dediler.
(Mûsâ):
´Yâ Rab! Ben, kendimle kardeşimden başkasına mâlik olamıyorum (Sözümü,
geçiremiyorum)
Artık, sen, o fâsıklar güruhunun arasını, Sen, ayır!" dedi. [476]
ffillâhV
"Muhakkak, orası, kendilerine, kırk yıl haram kılınmıştır.
Onlar (oldukları) yerde (Tîh çölünde) sersem sersem dolaşacaklardır.
Artık, sen, o fâsıklar güruhu hakkında tasalanma!" buyurdu. [477]
"Hani. Mûsâ, kavmine:
Ey kavmim! Ben, size, hakîkaten Allah´ın Peygamberi (olarak
gönderilmiş) olduğumu, bildiğiniz halde, niçin beni
cezalandırıyorsunuz?!" demişti.
İşte onlar, (hakdan) sapıp eğrildikleri zaman, Allah da, onların
kalblerini (hidâyetten) döndürdü.
Allah, fâsıklar güruhuna hidâyet etmez. "[478]
İsrail
Oğullarının Tîh Çölünde Kırk Yıl Kalışı:
Mûsâ Aleyhisselâmla İsrail oğulları, Mısırdan çıkışlarının üçüncü
ayında, yaz Mevsiminin başında Tîh çölüne girdiler. [479]
Tîh: Seyna´nın kırıdır. [480]
Eyle, Mısır, Kulzum denizi ve Şam´ın Serat dağları arasında
bulunmaktadır.[481]
Tîh çölüne girenlerden, kırk yıl içinde Yuşa´ b.Nûn Aleyhisselâmla
Kâlib b.Yu-fenna Aleyhisselamdan başka, hepsi ölmüşlerdir.[482]
İsrail oğullarından, Mûsâ Aleyhisselâma itaat eden ve onunla birlikte
olanları: "Ey Mûsâ! Bize, bunu, ne diye yaptın?!" dediler. [483] Mûsâ
Aleyhisselâm, İsrail oğulları aleyhinde dua ettiğine pişman oldu. [484]
İsrail oğulları:
"Ey Mûsâ! Burada, bizim için su ve yiyecek nasıl ve nereden sağlanacak"
diye sordular.
Yüce Allah, turunç ağaçlarının üzerlerine kudret helvası indirdi,
bıldırcın kuşları, düşürdü.
İsrail oğullarından her hangi biri gelip kuşlara bakar, semiz ise, onu,
tutar, keser, zaif ise, salardı.[485]
İsrail oğulları:
"Bu, yiyecektir. [486]
İçeceğimiz su, nerededir?" dediler.
Yüce Allah tarafından, Mûsâ Aleyhisselâma, Asası ile taşa vurması
emrolundu.
Taştan, her bir kabilenin içeceği su ayrı olmak üzere, on iki pınar
fışkırdı. [487]
İsrail oğulları:
"Bunlar, yiyecek ve içecektir.
Gölgeleneceğimiz[488] gölge, nerede?" dediler.
Bunun üzerine, Yüce Allah, onların üzerlerini, bulutla gölgeledi. [489]´
İsrail oğulları:
"Bu da, gölgedir
Giyineceğimiz[490] elbise, nerededir?" dediler.
Bunun üzerine, üzerlerindeki elbiseleri, çocukların, büyüdükçe
uzamaları gibi, boylarına göre, uzar, yırtılmaz ve eskimez oldu. [491]
Bundan sonra, İsrail oğulları, Mûsâ Aleyhisselâma tekrar başvurarak bir
çeşid yemekten bıktıklarını, buna, daha fazla katlanamayacaklarını
söyleyip yerin bitirdiği bakliyattan da, yararlandırılmaları için,
Allâha dua etmesini istediler, [492]:
"Bize, kim et yedirecek?
Biz, Mısırda iken, balık, hıyar, kavun, karpuz, pırasa, soğan, sarımsak
yerdik!?" dediler.
İsrail oğullarının bu istekleri, Mûsâ Aleyhisselâmı, çok üzdü. [493]
İsrail oğullarının Tîh çölündeki durum ve davranışları, Kur´ân-ı
kerimde şöyle açıklanır:
"Biz, onları, on ikiye (o kadar) torunlara (kabileye) ümmetlere ayırdık.
(Tîh´da susayan) kavmi, (Musa´dan) su istediği zaman:
"Asa´nı taşa vur!" diye (Vahy ettik) de, ondan on iki pınar kaynayıp
aktı.
İnşaların her kısmı, su içecekleri yeri, iyice belledi.
Onları, üstlerindeki bulutla gölgelendirdik.
Onlara, kudret helvası ile bıldırcın indirdik.
Size, rızık olarak verdiğimiz en temiz ve güzellerinden yeyiniz!
(dedik) Onlar, bize zulmetmediler. Fakat, kendilerine zulmediyorlardı.
"[494] "...(Onlara demiştik ki): Allah´ın rızkından, yeyiniz, içiniz!
(Fakat) yeryüzünde fesadcılar olarak taşkınlık yapmayınız! "[495]
"Hani, siz:
Ey Mûsâ! Bir çeşid yemeğe (kudret helvası ile bıldırcın etine) mümkün
değil dayanamayız!
O halde, bizim için, Rabb´ine dua et te, yerin bitirdiği şeylerden,
sebze, acur, sarımsak, mercimek ve soğan çıkarsın!" demiştiniz.
(Mûsâ da):
O hayırlı olanı, şu daha aşağı olanı ile değiştirmek mi istiyorsunuz?!
(Öyle ise) bir şehire ininiz.
Çünkü (orada) size, istediğiniz (sebzeler) var!" demişti.
Onların üzerine, horluk ve yoksulluk vuruldu.
Onlar, Allah´dan, bir gazaba da, uğradılar.
Bu, onların, Allah´ın âyetlerini inkâr ettiklerinden, Peygamberlerini
haksız yere, öldürdük/erindendi.
Bu, isyan ettiklerinden ve (mâsiyetlerde) aşırı gittiklerinden idi.
[496]
O zaman, onlara:
Şu şehirde yerleşiniz!
Onun, dilediğiniz yerinden yiyiniz. Hıtta! deyiniz.
Kapısından, hepiniz secde edici olarak giriniz ki, suçlarınızı,
yarlıgayalım.
İyi hareket edenlere, ileride daha fazlası ile vereceğiz! denilmişti.
Fakat, içlerinden, o zulmedenler, sözü, kendilerine, söylenenden başka
bir şekle soktu.
Biz de, zulmeder oldukları için, üstlerine murdar bir azab (Taun)
indirdik." [497]
Bir
Maktulün Diriltilip Katilini Haber Verişi:
İsrail oğulları arasında vuku bulup faili bilinemeyen ve bir çok
tartışmalara yol açan bir kati hâdisesi, Mûsâ Aleyhisselâma arzedilmiş
Mûsâ Aleyhisselâm da:
"Allah aşkına! şu maktulün işi hakkında kimde bilgi varsa, bize
bildirsin!" diyerek halka seslenmiş, bu hususta hiç kimsede bir bilgi
bulunmadığı görülünce, kendisinin, bunu, Rabb´inden sorup öğrenmesi,
istenilmişti. [498]
Bunun üzerine, Yüce Allah, onlara, bir inek boğazlamalarını emretmişti.
[499]
Bu hâdise, Kur´ân-ı kerimde şöyle açıklanır:
"Bir zaman da, Mûsâ, kavmine:
Allah, size, her halele, bir inek boğazlamanızı, emrediyor!" demişti.
Onlar:
"Bizi, eğlence mi ediniyorsun?" demişti.
Mûsâ da:
"Ben, câhillerden olmaktan, Allah´a sığınırım!" demişti.
(Onlar, öyle ise) bizim için, Rabb´ine dua et te, onun, ne olduğunu
(kaç yaşında olacağını) bize iyice açıklasın." demişlerdi.
(Mûsâ):
Allah, diyor ki: o, ne çok yaşlı, ne de, pek genç değil, ikisi ortası,
bir dinç (inek)tir.
Artık, emrolunduğunuz şeyi, yapınız!" demişti.
(Onlar, tekrar):
Bizim için, Rabb´ine, dua et te, onun rengi, nedir? bize, tam
açıklasın?" dediler.
Oda:
(Rabb´im) diyor ki:
O, bakanlara ferahlık verecek sapsarı bir inektir!" demişti.
Onlar:
Bizim için, Rabb´ine dua et de, o, nedir? Apaçık anlatsın bize.
Çünkü, bizce, bir çok inekler, birbirlerine benzerler.
Allah, dilerse, (istenilen ineği bulmağa) muvaffak oluruz." demişlerdi.
(Mûsâ):
Rabb´im, buyuruyor ki: o, ne boyunduruğa koşulup arazi sürecek, ne ekin
sulayacak bir inek değildir, salmadır.
Hiç alacası da, yoktur." dedi.
Onlar:
"İşte, şimdi, hakikati getirdin (vasfını, tam bildirdin) dediler.
Bunun üzerine, o ineği (bulup) boğazladılar ki, az kaldı (bunu)
yapmayacaklardı.
Hani, siz, bir kimse öldürmüştünüz de, onun (katili) hakkında
birbirinizle atış-mıştınız.
Halbuki, Allah, sizin gizleyecek olduğunuz şeyi, açığa vurandı.
Onun için, biz, ona (Öldürülen adama, boğazlanan ineğin) bir parçası
ile vurunuz!" demiştik.
İşte, Allah, böylece, ölüleri, diriltir, size, âyetlerini, gösterir.
Gerekir ki, aklınızı, başınıza alasınız.ıl[500]
Boğazlanan ineğin bir parçası ile maktule vurulunca, Yüce Allah,
maktulü, diriltti.
Mûsâ Aleyhisselâm, ona:
"Seni, kim öldürdü?" diye sordu.
O da: kendisini, kimin öldürdüğünü, haber verdikten sonra, eski ölü
haline döndü[501]
Karun ve Karun´un Mûsâ Aleyhisselâma İftira
Edişi Ve Yer Tarafından Yutuluşu:
Karun´un
Kimliği ve Yaşantısı:
Karun; Mûsâ Aleyhisselâmın amcasının oğlu olup[502] büyük servet sahibi
ve servet azgını idi.
Hazînelerinin anahtarlarını, müteaddid adamlar, zorlukla taşıyabilirdi.
[503]
Süslenmiş üç yüz câriye ve dokuz bin adamları yanında bulunduğu halde,
halkın yanına çıkardı.
Konağının kapısını altından yaptırmış, duvarlarını, altın levhalarla
kap-latmıştı. [504]
Firavun ve Hâman gibi, Karun da, Mûsâ Aleyhisselâmı;
"Çok yalancı bir Sihirbazdırl" diyerek red ve tekzib etmişti. [505]
Mûsâ Aleyhisselâm; Karun´un, kötü tutum ve davranışlarını -akrabası
olduğu
için- af ve müsamaha ile karşılardı.[506] Firavun; Karun´u, İsrail
oğullarına Vali tayin etmişti. [507] İsrail oğullarına zulmünü ve
taşkınlığını, onun vâsıtası ile yapardı. [508]
Karun; Musa ve Hârûn Aleyhisselâmdan sonra, İsrail oğullarının en
bilgilisi ve üstünü idi. [509]
Kendisi; İsrail oğulları arasından seçilip -tevbe etmek üzere- Tûr´a
götürülen ve orada, Yüce Allah´ın Kelâmını işiten yetmiş kişi arasında
idi. [510]
Mûsâ Aleyhisselâm; İsrail oğullarına, zekâtı emredince, Karun, İsrail
oğullarını toplayıp onlara:
"Bu, size, oruç, namaz ve bir takım şeyler getirmiş, siz de, onlara
katlanmış bulunuyorsunuzdur. Ona, birde, mallarınızı verme külfetini,
yüklenecek misiniz?" dedi.
İsrail oğulları:
"Biz, ona, mallarımız(ın zekâtın)ı, verme külfetini, yüklenmeyeceğiz!
Sen, ne görüştesin?" dediler.
Karun:
"Benim görüşüm: İsrail oğullarının fahişesini, ona gönderelim.
Onun, ona, kendisiyle temasta bulunmak istediği iftirasını
atmasını[511] ve bunu, ordu dumandanları ve halk arasında yaymasını,
emredelim!" dedi.
Öyle yaptılar[512]
Karun; İsrail oğulları arasında bulunan bir fahişeyi; Mûsâ
Aleyhisselâma, cinsî münasebette bulunma suçu atmak üzere, kiraladı.
Karun; İsrail oğullarının, Meclislerinde toplandıkları gün, Mûsâ
Aleyhisselâmın yanına varıp:
"Ey Mûsâ! Hırsızlık edenin, cezası, nedir?" diye sordu.
Mûsâ Aleyhisselâm:
"Eli, kesilmektir!" dedi.
Karun:
"Hırsızlık eden, sen olsan da mı, böyledir?" diye sordu.
Mûsâ Aleyhisselâm:
"Evet!" dedi.
Karun:
"Zina edenin, cezası, nedir?" diye sordu.
Mûsâ Aleyhisselâm:
"Taşlanıp öldürülmektir!" dedi.
Karun:
"Zina eden. sen olsan da. böyle midir" diye sordu.
Mûsâ Aleyhisselâm:
"Evet!" dedi.
Karun:
"Sen. zina etmişsin!" dedi.
Mûsâ Aleyhisselâm:
"Yazıklar olsun sana!
Kiminle etmişim?" dedi.
Karun:
"Filanca kadınla!" dedi.
Mûsâ Aleyhisselâm, hemen o kadını, çağırdı:
"Tevratı, indiren Allah adına, sana, and veriyorum:
Karun, doğru mu söylüyordur?" dedi.
Kadın:
"Madem ki, sen, bana, Allah adına and verdin.
Ben de, Allah için, yemin ederek şehâdet ederim ki: Sen, bu işden
berîsin, uzaksın ve Allah´ın Resulüsün!
Ailâh düşmanı Karun, sana, bu suçu atayım diye beni kiraladı!" dedi.
Mûsâ Aleyhisselâm, hemen kalkıp secdeye kapandı. [513]
Karun aleyhinde, Allah´a dua edince; Yüce Allah, Mûsâ Aleyhisselâma,
boyun eğmesi için, yer´e, emretti. [514]
Mûsâ Aleyhisselâma da:
"Başını, secdeden kaldır! Yer´e, istediğini, emret!" diye vahy etti.
[515]
Mûsâ Aieyhisseiâm:
"Ey İsrail oğulları! Yüce Allah, beni, Firavun´a, gönderdiği gibi,
Karun´a da, gönderdi.
Kim, onun yanında bulunuyorsa, yerinde kalsın!
Kim, benim yanımda bulunuyorsa, onun yanından ayrılsın!" dedi.
Karun´un yanında iki kişiden başka kimse kalmadı. [516]
Mûsâ Aleyhisselâm, Yer´e:
"Tut onları, yut!" dedi.
Yer, onları, topuklarına kadar, yuttu. [517]
Oniar:
"Ey Mûsâ! Ey Mûsâ" diyerek istimdad ediyorlardı. [518]
Mûsâ Aleyhisselâm, yere:
"Tut oniarı, yut!" dedi.
Yer, onları, dizlerine kadar yuttu! [519]
Onlar:
"Ey Mûsâ! Ey Mûsâ!" diyerek istimdad edip durdular. [520]
Mûsâ Aleyhisselâm, yer´e:
"Tut onları, yut!" dedi.
Yer, onları, bellerine kadar yuttu!
Onlar, yine:
"Ey Mûsâ, Ey Mûsâ!" diyerek istimdad ettiler, durdular. [521]
Mûsâ Aleyhisselâm, yere:
"Tut onları, yut!" dedi.
Yer, onları, boğazlarına kadar yuttu! [522]
Onlar, yine:
"Ey Mûsâ! Ey Mûsâ!" diyerek istimdad ettiler.
Mûsâ Aleyhisselâm, yer´e:
"Tut onları, yut!" dedi.
Yer, onları, yuttu!
Tamamı ile kaybolup gittiler.
Bunun üzerine, Yüce Allah, Mûsâ Aleyhisselâma:
"Ey Mûsâ! Kullarım, senden yardım istediler, durdular. Sen, yardım
etmedin!
Eğer, onlar, benden yardım istemiş olsaydılar, muhakkak, onların
imdadlarına yetişir, kendilerine, yardım ederdim!" diye Vahy etti. [523]
Diğer rivayete göre:
Mûsâ Aleyhisselâm, Abdest alıp namaz kıldı ve ağladı:
"Yâ Rab! Senin düşmanın, benim eziyyet edicim, benim rüsvay olmamı ve
ayıplanmamı, istiyordur.
Beni, onun üzerine, musallat kıl!" diyerek dua etti.
"Yer´e, dilediğini, emret! Sana, itaat edecektir!" diye vahy olundu.
Bunun üzerine, Mûsâ Aleyhisselâm, Yer´e:
"Ey yer! Tut onları, yut!" dedi.
Karun´un konağı sarsıldı.
Yer, Karûnu ve adamlarını, topuklarına kadar, tutup yuttu!
Karun:
"Ey Mûsâ! Bana, acı!" diye sesleniyordu.
Mûsâ Aleyhisselâm:
"Ey Yer! Tut onları yut!" dedi.
Konak, sarsıldı.
Karun ile adamları, dizlerine kadar, yere battılar!
Karun ise, Mûsâ Aleyhisselâma:
"Ey Mûsâ! Bana, acı!" diye yalvarıyor ve sesleniyordu.
Mûsâ Aleyhisselâm:
"Ey Yer! Tut onları yut!" dediği zaman, konak, sarsıldı.
Karun ile adamları, alınlarına, kadar, yere, battılar!
Karun ise, Mûsâ Aleyhisselâma, yalvarıyor:
"Ey Mûsâ! Bana, acı!" diyordu.
Mûsâ Aleyhisselâm, tekrar, yer´e:
"Ey yer! Tut onları, yut!" dediği zaman, yer, Karûnu ve adamlarını
konağıyle birlikte tamamıyla yuttu!
Yüce Allah tarafından, Mûsâ Aleyhisselâma:
"Ey Mûsâ! Sen, çok katı davrandın!
İzzet sıfatım hakkı için, onlar, bana seslenmiş olsalardı, davetlerine
icabet ederdim!" buyruldu. [524]
Rivayete göre, Karun ve adamları, Kıyamete kadar, her gün, bir insan
boyu, yerin dibine geçirilmektedir! [525]
Karun, helak olduğu zaman, İsrail oğulları:
"Musa, onu, ancak, konağını ve servetini ele geçirmek için, helak
etti!" dediler.
Karun´un helakinden üç gün sonra da, Yüce Allah, bütün konak ve
mallarını, yere yutturdu! [526]
Kur´ân-ı
Kerimin Karun Hakkındaki Açıklaması:
Kur´ân-ı Kerim´de, Karun´un durumu ve akıbeti şöyle açıklanır:
"Aslında, Karun, Musa´nın kavmindendi. Fakat, o, onlara karşı serkeşlik
etti.
Biz, ona, öyle hazîneler verdik ki, anahtarlarını taşımak bile) güçlü
kuvvetli büyük bir cemaata ağır geliyordu.
O vakit, kavmi(nden Mü´min olanlar) ona; şöyle demişti:
Şımarma! Çünkü, Allah, şımarıkları, sevmez.
Allâh(ın), sana verdiği (maldan harcayıp) Âhiret yurdunu ara!
Dünyadan, nasibini de, unutma!
Allah´ın, sana ihsan ettiği gibi, sen de, (insanlara sadaka vererek)
ihsanda bulun.
Yer (yüzünde) de, fesad arama.
Çünkü, Allah, fesadcıları, sevmez.
(Karun) dedi ki:
Bu (servet), bana, ancak, bende olan ilimle (ilim sayesinde)
verilmiştir.
(O, madem ki, âlimdi) kendisinden önceki nesillerden, kuvvetçe ondan
daha üstün, cemiyetçe, daha kesretli kimseleri, Allah´ın, hakîkaten
helak etmiş olduğunu bilmedi mi?
Mücrimlerden, günahları, sorulmaz. (Allah, sormadan, her şeyi bilir)
Derken, zîneti (debdebesi) içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya
hayatını arzu edenler:
Ne olurdu Karun´a verilen (şu servet) gibi, bizim de, (malımız)
olsaydı, o, hakî-katan, büyük bir nasib sahibidir, dediler.
Kendilerine ilim verilenler de, şöyle dedi:
Yazıklar olsun size! Allah´ın sevabı; iman ve iyi amel (ve hareket)
eden kimseler için, daha hayırlıdır.
Buna da, sabır (ve sebat) edenlerden başkası kavuşturulmaz.
Nihayet, biz, onu da, onun sarayını da, yere geçiriverdik!
Artık, onun, Allah´a karşı, kendisine yardım edecek hiç bir cemâati da,
yoktu.
O, bizzat kendisini müdafaa edebileceklerden de, değildi!
Dün, onun mevkiini temenni edenler, sabahleyin, şöyle diyorlardı:
Hayret! Demek ki, Allah, kullarından, kimi dilerse, onun rızkını,
yayıyor (genişletiyor, yahud) daraltıyor.
Allah, bize lutfetmeseydi, bizi de, muhakkak (yere) batırırdı!
Hayret! Demek gerçek şu ki kahirler felah bulmak!
İşte, Âhiret yurdu!
Biz, onu, yer (yüzün)de, ne tegallüb, ne fesad arsuzuna düşmeyeceklere
veririz.
(iyi) Sonuç, (Allah´ın /kabından) sakınanlarındır.
Kim, iyi (hal) ile gelirse, onun, için, bundan daha hayırlısı vardır.
Kim de, kötü (hal) ile gelirse, o kötülükleri işleyenler, yapmış
olduklarından başkası ile cezalandırılmaz(lar[527]
Karun´u, Firavun´u ve Hâmân´ı da, (helak ettik)
And olsun ki: Mûsâ (daha önce) kendilerine apaçık burhanlar getirmişti
de, onlar, yer (yüzün)de büyüklük taslamışlardı.
Halbuki, (azabın) önüne geçebilecek değillerdi. [528]
Mûsâ Aleyhisselâmın Hızır
Aleyhisselâmla Buluşup Arkadaşlık Etmesi [529]
Hârûn
Aleyhisselâmın Vefatı:
Yüce Allah; Mûsâ Aleyhisselâma, Hârûn Aleyhisselâmı vefat ettireceğini,
vahy ile haber verip[530]:
"Kendisini, dağa, şöyle şöyle getir!" buyurdu. [531]
Mûsâ Aleyhisselâm, Hârûn Aleyhisselâmın elinden tutup[532] dağa doğru
gittiler.[533]
Hârûn Aleyhisselâmın Şibr ve Şibbîr adındaki oğulları da yanlarında
bulunuyordu. [534] Dağın üzerine çıktıkları zaman[535] ne görsünler:
Bir benzeri daha görülmemiş bir ağaç i
Yapılmış bir ev!
Evin içinde bir Sedir!
Sedirin üzerinde de, bir döşek!
Döşeğin içinden de, güzei bir koku yayıimaktai
Hârûn Aleyhisselâm; o dağa, o eve, o evin içindekilere bakınca, onlar
çok hoşuna gitti:
"Ey Mûsâ! Ben, şu Sedir´in üzerinde muhakkak uyumamı arzu ediyorum!
dedi.
Mûsâ Aleyhisselâm:
"Haydi, onun üzerinde uyu!" dedi.
Hârûn Aieyhisseiâm:
"Ben, bu evin sahibi geiip bana kızar diye korkuyorum!" dedi.
Mûsâ Aleyhisselâm
"Korkma! Bu evin sahibi hakkında, ben, sana, yeterim. Uyu! dedi.
Hârûn Aleyhisselâm:
"Hayır! Ey Mûsâ! Sen de, benim yanımda uyu!
Ev sahibi gelirse, bana ve sana karşı, toptan kızmış olur!" dedi.
ikisi de, yatıp uyudular.
Hârûn Aleyhisselâmı. ölüm yakaladı.
Kendisinin öleceğini, sezince:
"Ey Mûsâ! Beni aldattın" dedi. [536]
Orada, Hârûn Aleyhisselâmın ruhu kabzolundu. [537]
Dağda görülen o ev de, o sedir de, semaya kaldırıldı. Ağaç ise,
kaybolup gitti. [538]
Mûsâ Aleyhisselâm, Hârûn Aleyhisselâmın cenaze namazını kıldı´[539]´ ve
onu oraya gömdü. [540]
Bunun için, Yahudiler, Hârûn Alehisselâmın gömülü bulunduğu dağa Tûr-ı
Harun adını vermişlerdir.[541]
Mûsâ Aleyhisselâm yanında Hârûn Aleyhisselâm bulunmaksızın, İsrail
oğullarının yanına dönünce[542] israil oğullan:
Mûsâ; İsrail oğullarının, Harun´a gösterdiği sevgiyi kıskanarak onu
öldürdü!" dediler.
Gerçekten de, Hârûn Aleyhisselâm, Mûsâ Aleyhisselâma nazaran, İsrail
oğullarına karşı, daha yumuşak ve daha sakin davranışlı idi.
Mûsâ Aleyhisselâmın ise, onlara karşı, bazı sert ve katı davranışı
olmuştu.
Mûsâ Aleyhisselâm; İsrail oğullarının, kendisi aleyhinde söyledikleri
bu sözü haber alınca, onlara:
"Hey Allah´ın rahmetine uğrayasıcalar! Kardeşim olan bir kimseyi, Sen,
öldürdün! diye bana iftira ediyorsunuz hâ!?" dedi.[543]
israil oğulları:
"Onu, sen öldürdün!" dediler.
Mûsâ Aleyhisselâm:
"Yanımda iki oğlu bulunduğu halde, ben onu, nasıl öldürürüm?!"
dedi´[544]
İsrail oğulları, Mûsâ Aleyhisselâm aleyhindeki sözlerini çoğalttıkları
zaman, Mûsâ Aleyhisselâm kalkıp iki rekât namaz kıldı. Sonra da,
Allah´a dua etti.
Gökle yer arasına inen sediri gördüler. [545]
"Ey Hârûn! Seni, kim öldürdü?" diye sordular.
Hârûn Aleyhisselâm:
"Beni, kimse öldürmedi, Fakat Allah, beni vefat ettirdi!" dedi. [546]
Hârûn Aleyhisselâm; Tîh´de[547] vefat ettiği zaman, yüz on yedi´[548]
veya yüz yir-
mj[549] ya da yüz yir-
mj üç yaşında idi.´[550]
"Musa´ya da, Harun´a da, selâm!"[551]
Peygamberimiz
Muhammed Aleyhisselâmın Mîrac Gecesinde Hârûn Aleyhisselâmla Karşılaşıp
Selamlaşması:
Peygamberimiz Muhammed Aleyhisselâm, Mîrac gecesinde Cebrail
Aleyhisselâmla birlikte beşinci kat göğe yükseldiler.
Cebrail Aleyhisselâm; göğün kapısını çaldı.
"Sen kimsin?" denildi.
Cebrail Aleyhisselâm:
"Cebrailim!" dedi.
"Yanında kimse var mı? diye soruldu.
Cebrail Aleyhisselâm: "Muhammed (Aleyhisselâm) var!" dedi. "O (Mîrac
için) gönderildi mi?" diye soruldu. Cebrail Aleyhisselâm: "Gönderildi!"
dedi.
Göğün kapısı açılınca, Hârûn Aleyhisselâmla karşılaştılar.[552]
Peygamberimiz:: "Ey Cebrail! Kim bu? diye sordu. Cebrail Aleyhisselâm:
"Bu kavmi içinde sevdirilmiş Hârûn b. İmran (Aleyhisselâm)dır. [553]
"Selâm ver ona!" dedi. Peygamberimiz Aleyhisselâm, selâm verdi.
O da, Peygamberimizin selâmına mukabele ettikten sonra, Peygamberimize:
"Hoş geldin! Safa geldin! Salih kardeş! Salih Peygamber!" dedi. [554]
Musa
Aleyhisselâmın Hacca Gidişi:
Peyamberimiz Muhammed Aleyhisselâm; Hicretin onuncu yılında Veda
Haccına giderken Ezrak vadisine uğrayıp:
"Bu, hangi vadidir?" diye sordu.
"Ezrak vâdisidir!" dediler.
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselâm:
"Musa´nın; şehâdet parmaklannı, kulaklarına koyup yüksek sesle Allah´a
Telbiye ederek vadiden geçişini, görür gibiyim!" buyurdu. [555]
Mûsâ Aleyhisselâm, Hacc´da Beytullâhı Tavaf edince, Sâfâ tepeciğine
çıktı. Orada, Cebrail Aleyhisselâmla karşılaştı.
Cebrail Aleyhisselâm ona:
"Ey Safiyullah! Vadiye indiğinde, sıkı git!" dedi.
Mûsâ Aleyhisselâm, elbisesinin eteğini, beline, kuşağıyla bağlayıp Safa
tepeciğinden aşağı indi ve vadiye erişince, Sa´y´a ve:
Lebbeyk! Allâhümme lebbeyk! Lebbeyk! Ene abdüke lebbeyk! Lebbeyk!
Buyur Allah´ım buyur!
Ben, Senin kulun´um!
Buyur! BuyuıTEn-ırine amadeyim!" diyerek Telbiye´ye başladı. [556]
Mûsâ Aleyhisselâm, Arafat´a giderken de, en kısa yol olan Dabb yolundan
gitmişti. [557]
Tevrat
Hükümlerinin İsrail Oğullarına Zorla Kabul Ettirilişi:
Yüce Allah; Mûsâ Aleyhisselâma, önce, on Sahife indirmiş[558] sonra,
bunu, yüz Sahife´ye tamamlamıştı.
Bundan sonra, ona, bir çok emirleri, nehiyleri, haramları, helalları
sünnetleri ve hükümleri içinde taşıyan Tevrat´ı, İbranice olarak
indirmişti. [559]
Mûsâ Aleyhisselâm, Tûr´dan, İsrail oğullarının yanına dönüp[560]
Tevrat´ı getirdiği zaman, onu kabullenmekten, onda, kendilerine
yükletilen mükellefiyetlere, Şeriat hükümlerine göre[561] amel etmekten
kaçındılar.
Bunun üzerine, Tür dağı, başlarının üzerine kaldırıldı!
Yüzlerinin yamacından, kendilerine bir ateş gönderildi!
Arkalarından da, tuzlu bir deniz getirildi!
Onlara:
"Size verdiğimiz şeyi, kuvvetle tutunuz. (Ona, sımsıkı sarılınız) ve
söz, dinleyiniz!..
Ya bunu, kabul eder ve size emrettiğim şeyleri, yaparsınız, yahud şu
dağ, üzerini-zebırakılacaktır!
Yahut şu denizde boğulacaksınız!
Ya da şu ateşte yakılacaksınız!" denildi.
İsrail oğulları, kendileri için, kaçılacak yer olmadığını görünce,
bunu, kabullenmek zorunda kaldılar ve yüzlerinin yarısı üzerine,
secdeye kapandılar. Secde halinde, üzerlerindeki dağı, göz ucuyla
süzdüler.
Böyle, yüzlerinin yarısı üzerine secde etmeleri ve göz ucuyla yukarıya
doğru bakmaları, Yahudiler için, Sünnet ve âdet oldu. "Yâ Mûsâ!
işittik ve itaat ettik!" [562]Kabul ettik! Kabul ettik! [563] Eğer dağ
(tepemizde) olmasaydı, yine de, sana, itaat etmezdik!" dediler. [564]
Kur´ân-I
Kerimin İsrail Oğulları Hakkındaki Bazı Açıklamaları:
"Hani, sizden (Tevrat hükümlerine göre amel edeceğinize dair)
sapasağlam söz almıştık.
Tûr´u da (tepenize iniverecek bir şekilde) üstünüze kaldırmıştık (ve
demiştik ki):
Size verdiğimiz (kitabın hükümlerin)i, kuvvetle tutunuz.
Onun içindekileri, hatırlayınız. Tâ ki, sakınmış olasınız.
Sonra, onun (Tevrat´ı kabul edişinizin) arkasından, yine yüz
çevirmiştiniz.
İşte, eğer, üzerinizde, Allah´ın fazl´u rahmeti olmasaydı, elbette
maddî ve manevî en büyük zarara uğrayanlardan olacaktınız.
And olsun ki: Cumartesi günüfne saygı göstermek) hakkında(ki dinî
hududu, balık avlamak suretiyle) çiğneyip geçenler(in hallerini,
başlarına gelenleri) de, her halde, bil(ip öğren)mişinizdir.
İşte, biz onlara (Dâvud lisanı ile):
"Hor ve zelil maymunlar, olunuz!" dedik.
(Üç gün sonra, hepsi helak oldu.)
Binâenaleyh, onu, hem önündekilere (o zaman hazır olanlara), hem de
ardındaki-lere (sonradan geleceklere) ibret verici ceza ve
(Mü´minlerden) Takvaya erenlere de, bir öğüt yaptık." [565]
"Bir vakit;
Size verdiğimiz (Tevrat)´!, kuvvetle tutunuz! (Ona, sımsıkı sarılınız,
söz) dinleyiniz! (diye) Tûr´u, tepenizin üstüne kaldırıp sizden,
teminatlı va´d almıştık.
"(Kulağımızla) dinledik. (Kalbimizle) isyan ettik!" demişlerdi.
(Çünkü), Küfürleri yüzünden, özlerine buzağı, (bir su gibi) içirilmiş
(iyice işlemiş)ti.
De ki: Eğer, Mü´min (kimse)ler iseniz, inancınız, size, ne kötü şey
emrediyor?!" [566]
"Hani, İsrail oğullarından:
Allâh´dan başkasına ibâdet etmeyiniz!
Anaya, babaya, hısımlara, yetimlere, yoksullara iyilik ediniz!
İnsanlara, güzellikle söyleyiniz!
Dosdoğru namaz kılınız!
Zekât veriniz! diye (emretmiş), teminatlı söz almıştık.
Sonra, (bu sağlam sözünüze karşı) içinizden birazınız hariç olmak
üzere, arka döndünüz ve (siz de, atalarınız gib)i hâlâ yüz çevirmekte
berdevamsınız!
Hani, sizden (ey Yahudiler! Birbirinizin) kanlarını (haksız yere)
akıtmayınız!
Kendinizi, kendi yurdlarınızdan çıkarmayınız! diye kat´î söz almıştık.
Sonra, siz de, (buna karşı) ikrar vermiştiniz, ve hâlâ, (bu yolda
aleyhinizde) şahid-lik edip duruyorsunuz da.
(Öyle olduktan) sonra, sizler, yine onlarsınız ki: (işte) kendilerinizi
öldürüyor, içinizden bir fırkayı, yurdlarından çıkarıyor, aleyhlerinde
günah ile, düşmanlıkla birleşip yardım/aşıyorsunuz.
Eğer, size esir olup gelirlerse, kendileriyle fidyeleşir (esir
mübadelesi yapar, yine,
onların yurtlarında kalmasına müsâade etmez)siniz.
Halbuki, onların çıkarılması, size haram kılınmıştı.
Yoksa, siz, Kitabın (fidyeye aid) bir kısmına inanıyorsunuz da, (adam
öldürmeyi sürgün etmeyi, kötülükle yardımlaşmayı men eden) bir kısmını,
inkâr mı ediyorsunuz?!
Şu halde, içinizden böyle yapan(lar)ın cezası, dünya hayatında bir
rüsvaylıktan, (esir ve makhur yaşamaktan) başka (bir şey) değildir.
Kıyamet gününde de, onlar, azabın en çetinine itileceklerdir.
Allah, ne yaparsanız, (hiç birinden) gafil değildir.
Onlar, Âhirete bedel, dünya hayatını satın almış kimselerdir.
Bundan dolayı, kendilerinden azab kaldırılıp hafifletilmeyecek, onlara,
yardım da edilmeyecektir.
And olsun ki: Musa´ya o Kitabı verdik.
Ondan (Musa´dan) sonra da birbiri ardınca, (aynı Şeriatla memur)
Peygamberler gönderdik.
Meryem oğlu İsa´ya da, beyyineler (gayet açık burhanlar, mucizeler)
verdik ve onu, Rûhülkudüsle de, destekledik.
Demek size ne vakit bir Peygamber, gönüllerinizin hoşlanmadığı bir şey
getirirse, kibirlenmek isteyeceksiniz de, kiminiz, yalanlayacak,
kiminiz de, öldüreceksiniz öyle m/?[567]
And olsun ki: sen, onları(lsrail oğllarını), insanlardan (hattâ) müşrik
olanlardan ziyâde hayata düşkün bulacaksın!
Onlardan, her biri arzu eder ki, (kendisine) bin yıl ömür verilsin.
Halbuki, onun çok yaşatılması, kendisini, azabdan uzaklaştırıcı
değildir. Allah, onları, ne işlerse, hakkıyla görücüdür[568]
Mûsâ
Aleyhisselâm´ın Yüce Allâh´dan Bazı Soruları ve Dilekleri:
Mûsâ Aleyhisselâm, bir gün;
"Ey Rab! Kullarının, Sana, sevgilisi, hangisidir?" diye sordu.
Yüce Allah:
"Onların, beni, en çok zikredenidir!" buyurdu. [569]
Mûsâ Aleyhisselâm:
"Yâ Rab! Kullarının en zengini, hangisidir?" diye sordu.
Yüce Allah:
"Kendisine verdiğim şeye, en razı olanıdır!" buyurdu.
Mûsâ Aleyhisselâm:
"Ey Rab! Kullarının en iyi hüküm vereni, hangisidir?" diye sordu. Yüce
Allah:
"insanlar hakkında, kendisi için hüküm verdiği gibi, hüküm verendir"
buyurdu. [570] Mûsâ Aleyhisselâm:
"Yâ Rab! Kullarının, Sana karşı en haşyetlisi hangisidir?" diye sordu.
Yüce Allah:
"Onların, beni, en iyi bilenidir!" buyurdu. [571]
"ilâhî! Ben, Sana nasıl şükredeyim ki: Bana, ihsan buyurduğun
nimetlerinden en küçük bir nimete bile bütün amellerim denk gelmez!"
dedi. Yüce Allah:
"Ey Mûsâ! işte, sen, şimdi, bana şükrettin!" buyurdu. [572] Mûsâ
Aleyhisselâm
"Ey Rabb´im! İyiliği, emir, kötülükten nehy ve Allah´a imân eden
hayırlı bir Ü´m-met´in, insanlar için, ortaya çıkarılacağını, Tevratta
yazılı buldum.
Onları, benim ümmetim yap! dedi. Yüce Allah:
"Onlar, Ahmed (Aleyhisselâm)ın Ümmeti´dir." buyurdu.
"Ey Rabb´im! Sonradan geldikleri halde, kendilerinden önceki Ümmetleri,
Kıyamet gününde geçen bir Ümmeti, Tevratta yazılı buldum. Onları, benim
ümmetim yap!" dedi. Yüce Allah:
"Onlar, Ahmed´in (Muhammed´in) Ümmetidir!" buyurdu. Mûsâ Aleyhisselâm:
"Ey Rabb´im! Kendilerinden öncekiler, Kitaplarını ezberlemeyip yüzünden
okurlarken, indileri (İlim ve hikmetin aslı olan kitapları)
kalblerinde (ezberlerinde) bulunan bir Ümmet´i, Tevratta yazılı buldum.
Onları, benim Ümmetim yap!" dedi.
Yüce Allah:
"Onlar, Ahmed´in Ümmetidir!" buyurdu.
Mûsâ Aleyhisselâm:
"Ey Rabb´im? Önceki ve sonraki Kitaba inanan ve dalâlet başları ile
savaşan ve hattâ yalancı kör (Deccal) ile de, savaşan bir Ümmeti,
Tevratta yazılı buldum. Onları, benim Ümmetim yap!" dedi. Yüce Allah:
"Onlar, Ahmed´in (Muhammed´in) Ümmetidir!" buyurdu. Mûsâ Aleyhisselâm:
"Ey Rabb´im! Kendilerinden öncekilerin kabul olunan sadaka ve
kurbanları, Yüce Allah´ın gönderdiği bir ateşle yakıla gelir, kabul
olunmadığı zaman yakılmazken, kurban ve sadakalarını, kendileri yiyen
bir Ümmeti, Tevratta yazılı buldum.
Onları, benim Ümmetim yap!" dedi.
Yüce Allah:
"Onlar, Ahmed´in Ümmetidir!" buyurdu.
Mûsâ Aleyhisselâm:
"Ey Rabb´im! Ben, Tevratta yazılı bir Ümmet buldum ki: Onlardan birisi,
bir kötülük yapmağa niyetlerinse, kendisine, bundan dolayı günah
yazılmaz. O kötülüğü işlerse, bir günah yazılır.
Onlardan birisi, bir iyilik yapmağa niyetlenir de, onu, yapmazsa,
kendisine, bir Ha-sene (sevap) yazılır.
Eğer, o iyiliği yaparsa, kendisine, on sevap yazılır ve bu sevap
yediyüz misline kadar katlanır.
Onları, benim Ümmetim yap!" dedi. Yüce Allah:
"Onlar, Ahmed´in Ümmetidir!" buyurdu. Mûsâ Aleyhisselâm:
"Ey Rabb´im! Ben, Tevratta yazılı bir Ümmet buldum ki: onlar, dilekte
bulunurlar, kendilerinin dilekleri kabul olunur.
Onları, benim Ümmetim yap!" dedi.
Yüce Allah:
"Onlar, Ahmed´in Ümmetidir?!" buyurdu. [573]
Kur´ân-ı
Kerim ve Diğer Kitaplara Göre Muhammed Aleyhisselâm ve Eshâbının
Sıfatları Ve Yahudilerin İnkârlarının Sebebi:
"Muhammed, Allah´ın Resulüdür.
Onunla birlikte olanlar, kâfirlere karşı çok çetin, kendi aralarında
ise, çok merhametlidirler.
Onların, rükû ve secde ederek Allâh´dan, lütuf ve rızasını
istediklerini görürsün.
Yüzlerinde, secdelerin eserinden dolayı nûrânflik vardır.
Bu, onların, Tevrattaki vasıflarıdır.
İncil´deki vasıfları da: bir ekin gibidir ki, filizini, çıkarmış.
Derken, onu, kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış, sapları üzerine bir düzeye
dizilmiştir. Öyle ki, ekincilerin hoşuna gider.
Bu (teşbih), onlarla, kâfirleri öfkelendirmek içindir.
Allah, onlardan, iman edip iyi amel işleyenlere bir mağfiret ve büyük
bir ecir va´d buyurmuştur[574]
"Onlar, yanlarındaki Tevrat ve İncil´de yazılı bulacakları o Ümmî Nebi
olan Resule tâbi´ olanlardır.
O, kendilerine, iyiliği emir, onları, kötülükten nehy ediyor, onlara,
(nefislerine haram kıldıkları) temiz şeyleri helal, (helâl kıldıkları)
murdar şeyleri de, üzerlerine haram kılıyor, onlardan, ağır yüklerini,
sıtlarında olan zincirleri indiriyordun
İşte, ona, iman edenler, ona tazimde bulunanlar, ona yardım edenler ve
onunla birlikte indirilen Nûr´a tâbi´ olanlardır ki, onlar, selâmete
erenlerin ta kendisidirler. [575]
"Kendilerine kitap verdiklerimiz, onu, öz oğulları gibi tanırlar.
Böyle iken, içlerinden bir kısmı, gerçeği, bile bile gizlerler. [576]
Ata b. Yesar´dan rivayet edildiğine göre: Peygamberimiz Muhammed
Aleyhisselâ-mın Tevrattaki sıfatlarından sorulunca, Eshab-ı kiramdan
Abdullah b. Amr b. Âs demiştir ki:
"Evet! Vallahi, Kur´andaki:
Ey Peygamber! Şüphe yok ki Biz, seni, Şâhid, Müjdeci, Uyarıcı, olarak
gönder-dik."[577] ayetindeki bazı vasıtalar ile Tevrat´ta da tavsif
uyurmuştur.
Şöyle ki: "Ey peygamber! Biz, seni, Şahit, Müjdeci, Uyarıcı, Ümmiler
için Koruyucu olmak üzere gönderdik.
Sen, benim Kulum´sun, Peygamberimsin.
Ben, sana, Mütevekkil ismini verdim.
O, ne kötü huyludur, ne katı kalblidir, ne de, çarşılarda, pazarlarda,
bağırır, çağırır.
O, kötülüğü, kötülükle de, karşılamaz, fakat, af eder ve bağışlar.
Doğru yoldan sapan milleti, Lâ ilahe illallah = Allâh´dan başka ilâh
yoktur! diyerek doğrultmadıkca, kör gözleri, sağır kulakları, kapalı
gönülleri açmadıkça, Allah onun ruhunu almayacaktır." [578]
Ata b. Yesar; Yahûdî Bilginlerinden iken, Müslüman olan Abdullah b.
Selâm´ın da, bunu, aynen tekrarladığını ve yine, Yahûdî Bilginlerinden
iken Müslüman olan Kâ´b´ul´ahbar´ın da, Abdullah b. Selâm´ın
söylediklerinin aynını söylerken işittiğini, Ebû Vâkıdülleysî´nin,
kendisine haber verdiğini, aynı zamanda:
"Onun, doğum yeri Mekke, hicret yurdu Taybe (Medine) olacak, kendisi,
Şam ülkesine hükmedecektir.
Onun Ümmeti de, bollukta, ve darlıkta, her yerde Allah´a hamd ederler,
her yüksek yerde Tekbir getirirler.
Güneşin seyrini izleyip vakitleri gelince, nerede olursa olsun,
namazlarını kılarlar. Bellerine fota bağlarlar. Kollarını, yıkarlar
(Abdest alırlar)
Ezanlarının sesleri, geceleyin, gök boşluğunda arı uğultusu gibi
uğuldar" dediğini açıklamıştır.
Abdullah b. Abbas da, Kâ´b´a:
"Tevrat´ta, Resûlullâh Aleyhisselâmın na´t´ini, nasıl buldun?" diye
sorduğu zaman, Kâ´b:
"Tevrat´ta, onun na´ti:
Muhammed b. Abdullah, Mekke´de doğacak, Tâbe´ye (Medine´ye) hicret
edecek, Şam´a hâkim olacaktır.
Kendisi, ne kötü söz söyler, ne de, çarşılarda, bağırır, çağırır.
Kötülüğü, kötülükle karşılamaz, fakat, af eder, bağışlar.
Onun Ümmeti de, bollukta, darlıkta, her yerde, Allah´a hamd ederler,
Tekbir getirirler, kollarını, yıkar (Abdest alır)lar.
Bellerine, fota bağlarlar.
Savaşta saf oldukları gibi, namazlarında saf olurlar.
Mescidlerinde, arı uğultusu gibi uğuldarlar.
Ezanların sesleri, gök boşluğunda duyulur." diye yazılı bulduk...
demiştik´[579]
Geleceği müjdelenen üç Peygamberden birincisi Yahya Aleyhisselâmın,
ikincisi, Mesîh diye anılan isâ Aleyhisselâmın gelmesiyle gerçekleşmiş
bulunuyor[580] Müjde-lenenlerden üçüncüsü olan ve kendisinden, sâdece
(O peygamber) diye bahsolu-nan[581] son Peygamberin gelmesi ise, isâ
Aleyhisselâmdan sonra beklenip duruyordu.
Nitekim, putperest Medineli Evs ve Hazrec kabilelerinin, ne zaman,
Medineli Yahudilerle araları açılsa, Yahudiler, onlara:
"Bir Peygamber, hemen gönderilmek, gelmek üzeredir.
Onun geleceği zamanın gölgesi düştü.
O Peygamber gelince, biz, ona tâbi olacak, irem ve Âd kavimleri gibi
sizi öldürüp kökünüzü kazıyacağız!" demekte[582] Râhib Bahîrânın da,
dediği gibi, Yahûdîler, gelmesini bekledikleri son Peygamberin, israil
oğullarından olmasını arzu etmekte idiler.
Muhammed Aleyhisselâm, ise, İsmail Aleyhisselâmın soyundan gelen
Araplardan olduğu için, Medineli Yahûdîler, ona, kıskançlıklarından
dolayı iman etmemekte ve karşı koymakta direndiler. [583]
Hz. Safiyye´nin bildirdiğine göre:
Muhammed Aleyhisselâmın Medine´ye hicreti sırasında, Kubâ köyüne
geldiği işitilinçe, Hz. Safiyye´nin Benî Nadîr Yahudîlerinden olan
babası Huyey b. Ahtab ile Amcası Ebû Yâsir b. Ahtab, hemen Kubâ köyüne
gitmişler, güneş batarken de, çok bitkin ve üzgün bir halde eve
dönmüşlerdi.
Ebû Yâsir, Huyey b. Ahtab´a:
"Bu, geleceği beklenilen O Peygamber midir?" diye sorduğu zaman, Huyey
b. Ahtab:
"Evet! Vallahi, O´dur!" demiş:
Ebû Yâsir:
"Bunun, O, olduğunu, iyice anladın, tesbit ettin mi?" diye sormuş:
"Huyey b. Ahtab:
"Evet!" demiş.
Ebû Yâsir: "O halde, Ona karşı, kalbinde ne var?" diye sormuş.
Huyey b. Ahtab;
Vallahi, sağ oldukça, Ona karşı dâima düşmanlık besleyip duracağım!
demiş ve dediğini de, yapmıştır. [584]
Kur´ân-ı Kerim´de bu hususta şöyle buyrulur:
"Vaktâ ki, onlara, Allah katından, yanlarındakini tasdik edici ve
doğrultucu bir Ki-tab geldi ki, daha önce, kâfirlere karşı, Allâh´dan
böyle bir fetih ve yardım istiyorlardı.
Fakat, o tanıdıkları, kendilerine gelince, onu, inkâr ettiler.
Artık, Allah´ın laneti, o kâfirlerin üzerinedir., [585]
Ahdi-i Kadîm´de ise, bu hususta şöyle denir:
"Onlar için, kadeşleri arasından[586] senin gibi bir Peygamber
çıkaracağım ve sözlerimi onun ağzına koyacağım ve onlara emredeceğim
her şeyi onlara söyleyecek! [587]
"Ben de, kavimden olmayanlarla, onları, kıskandıracağım!
Akılsız [588] bir milletle onları öfkelendireceğim!"[589]
Musa
Aleyhisseyâmın Vefatı:
Mûsâ Aleyhisselâm; kardeşi Harun Aleyhisseiâmın vefatından sonra üç yıl
daha yaşadı. [590]
israil oğullarının, üzerlerine kaldırılan Tûr dağıyla korkutularak
Tevrat hükümlerine göre amel edecekleri hakkında, kendilerinden kesin
söz alındıktan[591] kırk gece[592]
veya kırk gün[593]´ sonra, Mûsâ Aieyhisselâmı hiç kimse göremedi.´[594]
Rivayete göre: Mûsâ Aleyhisselâm bir gün, bazı işlerini görmek üzere,
gölgelikten
çıkıp gitmişti.
Allah´ın yaratıklarından hiç kimse, onun, nereye, gittiğini,
bilmiyordu. [595] Mûsâ Aleyhisselâm; Meleklerden, kabir kazan bir
topluluğa rastladı. Onların, Melek olduklarını anlayınca, yanlarına
vardı. Üzerlerine, dikildi. Meleklerin; o güne kadar iç yeşilliğinde ve
güzelliğinde ondan daha güzeli ve benzeri görülmeyen bir kabir
kazdıklarını görünce
"Ey Allah´ın Melekleri! Bu kabri, kimin için kazıyorsunuz?" diye sordu.
Melekler: "Bu kabri, Rabb´ine karşı, çok iyi davranıştı olan kul için,
kazıyoruz!" dediler. Mûsâ Aleyhisselâm: "Ben, bu güne kadar, Allah
tarafından, o kula bahşedilen üstün makam ve kabrin,
bir benzerini görmedim!" dedi. Melekler:
"Öyle ise, in de, onun içinde yanının üzerine, yat ve Rabb´ine yönel!
Sonra da, şimdiye kadar almadığım rahat nefes gibi, nefes al!" dediler.
Mûsâ Aleyhisselâm, hemen kabrin içine inip yanının üzerine yattı ve
Rabb´ine, yöneldi.
Sonra, nefes almağa başlayınca, Yüce Allah, onun ruhunu kabzetti.
Bundan sonra, Melekler, kabrinin üzerine toprak çektiler.
Allah´ın hâlis kulu Mûsâ Aleyhisselâm, dünyada, dünyadan yüz çevirmiş
olarak ve Allah katında olanı umarak yaşamıştı. [596]
Mûsâ Aleyhisselâm, vefat ettiği zaman, yüz yirmi yaşında idi. [597]
"Musa´ya da, Harun´a da, selâm!"´[598]
Eshab´dan bazılarının, İsrâ ve Mîrac hakkındaki rivayetlerine göre:
Peygamberimiz Muhammed Aleyhisselâm;
"Yürütüldüğüm gece, Mûsâ Aleyhisselâma, rastlamıştım ki, o, ayağa
kalkmış, kabrinde namaz kılıyordu. [599]
Vallahi[600], ben orada olsam, kendisinin, yol kenarındaki kırmızı kum
tepesinin yanında bulunan kabrini size gösterirdim!" buyurmuştur. [601]
Mûsâ
Aleyhisselâma İndirilmiş Olan Kitab ve Sahifeler:
Yüce Allah tarafından Peygamberlere indirilen yüz dört kitaptan dördü
büyük kitap olup bu dört büyük kitaptan:
Tevrat, Musa Aleyhisselâma, Zebur, Dâvûd Aleyhisselâma, incil, İsâ
Aleyhisselâ-ma, Furkan (Kur´ân-ı Kerim), Muhammed Aleyhisselâma
indirilmiştir. [602]
Tevrat´tan sonra Zebur, Zebur´dan sonra da incil indirilmiştir. [603]
Mûsâ Aleyhisselâma, Tevrat´tan önce de, on sahife indirilmişti. [604]
EbûZerr´H´Gıfârîderki:
"Yâ Resûlallâh! Musa´nın Sahifelerinde neler vardı?" diye sordum.
Hepsi, ibret idi. Şöyle ki:
"Ölüme yakînen inanmış bulunan kimsenin, nasıl olup da, sevinebildiğine
şaşılır!
Ateşe (Cehenneme), yakînen inanmış bulunan kimsenin, nasıl olup da,
gülebildiğine şaşılır! [605]
Dünyayı ve onun, üzerindekileri hep değiştirip durduğunu gören
kimsenin, nasıl olup da, onun üzerinde sükûnet ve rahatlık
bulabildiğine şaşılır!
Kadere yakînen inanmış bulunan kimsenin nasıl olup da, tasalandığına
şaşılır!
Yarın hesaba çekileceğine yakînen inanmış bulunan kimsenin nasıl olup
da, amel etmediğine şaşılır!" [606] buyurdu.
Yâ Resûlallâh! İbrahim ve Musa´nın Sahifelerinde bulunan şeylerden,
Yüce Allah´ın Sana indirdiği bir şey var mıdır? diye sordum.
Ey Ebûzer! Okusan a!
"Hakikaten,iyi temizlenen ve Rabb´inin ismini zikredip de, namaz kılan
kimse, umduğuna ermiştir.
Belki, siz, dünya hayatını, Âhiretten üstün tutarsınız. Halbuki,
Âhiret, daha hayırlı, daha süreklidir. Hiç şüphesiz, bunlar, önceki
Sahifelerde, İbrahim ve Musa´nın Sahifelerinde de, vardır."[607]
buyurdu." [608]
Muhammed
Aleyhisselâmın Mîrac Gecesinde Mûsâ Aleyhisselâmla Karşılaşıp
Selamlaşması:
Peygamberimiz Muhammed Aleyhisselâm; Mîrac gecesinde Cebrail
Aleyhiselâmla birlikte altıncı kat göğe yükseldiler.
Cebrail Aleyhisselâm, göğün kapısını çaldı.
"Sen, kimsin?" denildi.
Cebrail Aleyhisselâm:
"Cebrail´im!" dedi.
"Yanında kim var?" diye soruldu.
Cebrail Aleyhisselâm:
"Muhammed (Aleyhisselâm) var!" dedi.
"O (Mîrac için), gönderildi mi?" diye soruldu.
Cebrail Aleyhisselâm:
"Gönderildi!" dedi.
Göğün kapısı açılınca, orada, Mûsâ Aleyhisselâmla karşılaştılar.[609]
Peygamberimiz Muhammed Aleyhisselâm:
"Ey Cebrail! Kim bu?" diye sordu. [610]
Cebrail Aleyhisselâm:
"Bu kardeşin Mûsâ b. İmran´dır[611] Selâm ver ona!" dedi.
Peygamberimiz Muhammed Aleyhisselâm, selâm verdi.
O da, Peygamberimizin selâmına mukabele ettikten sonra, Peygamberimiz
Aleyhis-selâma:
"Hoş geldin! Safa geldin! Salih kardeş! Salih Peygamber! [612]´ Ümmî
Peygamber!" dedi[613]ve ağladı.
"Sen, ne için ağladın?" diye sorulunca: "Ey Rabb´im! Benden sonra
göndermiş olduğun bu Olgun Genc´in Ümmeti, Cennet´e, benim Ümmetim
girmeden önce, girecek. Onlar, benim Ümmetimden daha çok, daha üstün
olacak!?" dedi. [614]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] ibn.Sa´d-Tabakatc.1,s.55, Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.79, Yâkûbî-Tarih
C.1.S.33, Taberî-Tarih c.1,s.198, Mes´ûdı-Murucuzzeheb c.1,s.48,
Hâkim-Müstedrek c.2,s.574, Sâlebî-Arais s.166, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.169.
[2] ibn.Sa´d-Tabakat c.1,s.55, Sâlebî-Arais s.166, ibn.Esîr-Kâmil
c.1,s.169, Muhyiddin b.Arabî-Muhâdaratülebrar c.1,s.13O
[3] ibn.Sa´d-Tabakat c.1,s.55, ibn.Kuteybe-Maarif s.20,
Mes´ûdî-Murucuzzehebc.1,s.48, Hâkim-Müstedrek c.2,s.574, Sâlebî-Arais
s.166, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.169, İbn.Arabî-Muhâdara c.1,s.13O
[4] İbn.Sa´d-Tabakat c.!,s.55, İbn.Kuteybe-Maarif s.20, Hâkim-Müstedrek
c.2,s.574, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.169, İbn.Arabî-Muhâdara c.1,s.13O.
[5] İbn.Sa´d-Tabakat c.1,s.55.
[6] Taberî-Tarih c.1,s.198, Salebî-Arais s.166, İbn.Arabî-Muhâdara
c.1,s.13O.
[7] İbn.Sa´d-Tabakat c.1,s.55, Taberî-Tarih c.1,s.198, Salebî-Arais
s.166, İbn.Arabî-Muhadara c.1,s.13O.
[8] Taberî-Tarih c.1,s.200.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
2/7.
[9] ibn.lshak, İbn.Hişam-Sîre c.2,s.41, Ahmed b.Hanbel-Müsned
c.1,s.257, ibn.Kuteybe-Maarif s.20, Taberî-Tarih c.1,s.2O8,
Hâkim-Müstedrek c.2,s.577, Sâlebî-Arais s.172, ibn.Asakir-Tarih
c.2,s.142.
[10] ibn.lshak, İbn.Hişam-Sîre c.2,s.41, Taberî-Tarih c.1,s.2O8,
ibn.Asakir Tarih c.2,s.141
[11] İbn.ishak, İbn.Hişam-Sîre c.2,s.41, Tirmizî-Sünen c.5,s.300.
[12] İbn.Kuteybe-Maarif s.20, Taberî-Tarih c.1,s.2O8, Hâkim-Müstedrek
c.2,s.574, Salebî-Arais s.172.
[13] ibn.ishak, İbn.Hişam-Sîre c.2,s.41, Ahmed b.Hanbel-Müsned
c.1,s.257, ibn.Asakir-Tarih c.2,s.142.
[14] Hâkim-Müstedrek c.2,s.577.
[15] İbn.ishak, İbn.Hişam-Sîre c.2,s.41, Abdurrezzak-Musannef
c.5,s.329, Ahmed b.Hanbel-Müsned c.2,s.528, Buharî-Sahih c.4,s.84,
Müslim-Sahih c.1,s.152, Tirmizî-Sünen c.5,s.300.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
2/7.
[16] İbn.Kuteybe-Maarif s.20, Hâkim-Müstedrek c.2,s.577, Sâlebî-Arais
s. 172.
[17] İbn.Kuteybe-Maarif s.20, Hâkim-Müstedrek c.2,s.577.
[18] İbn.Kuteybe-Maarif s.20.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
2/8.
[19] ibn.Habîb-Kitabulmuhabber s.467.
[20] Taberî-TKarih c.1,s.187, Salebî-Arais s.167, İbn.Esîr-Kâmil
c.1,s.147.
[21] Taberf-Tarih c.1,s.187.
[22] Yâkubî-Tarih c.1,s.33, Mes´ûdî-Murucuzzeheb c.1,s,48, Salebî-Arais
s.167.
[23] Taberî-Tarih c.1,s.199, Sâlebî-Arais s.166-167, İbn.Esîr-Kâmil
c.1,s.17O
[24] ibn.Habib-Kitabuimuhabbers.467.
[25] Mîr Havent-Ravzatussafa Terceme s.237.
[26] Taberî-Tarih c.1,s.199, 200, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.17O.
[27] Taberî-Tarih c.1,s.199, Şâlebî-Arais s.167, İbn.Esîr-Kâmil
c.1,s.17O.
[28] Taberî-Tarih c.1,s.2O2, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.170-171.
[29] Taberî-Tarih c.1,s. 199-200, Sâlebî-Arais s. 167.
[30] Taberî-Tarih c.1,s.200, Sâlebî-Arais s.167-168, İbn.Esîr-Kâmil
c.1,s.171.
[31] Taberî-Tarih c.1,s.2O2, Heysemî-Mecmauzzevaid c.7,s.56-57.
[32] Taberî-Tarih c.1,s.200, Sâlebî-Arais s.167-168, İbn.Esîr-Kâmil
c.1,s.171.
[33] Tabert-Tarih c.1,s.200, Sâlebî-Arais s.168, İbn.Esîr-Kâmil
c.1,s.171.
[34] Kasas: 7.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
2/8-11.
[35] M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı
Yayınları: 2/12-14.
[36] M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı
Yayınları: 2/14-15.
* Medyen: Kulzum denizinin üst tarafında, Tebük şehrinin hizasında
Tebük´e, altı merhale kadar uzaklıkta, Te-bükten daha büyük, birbirine
komşu iki şehirdir. Musa Aleyhisselâmın, davarları suladığı
kuyu-üzerine, bir bina yapılmış olarak-hâlâ bulunmaktadır. Medyen´e,
Medyen b.ibrahim Aleyhisselâmdan dolayı Medyen ismi verilmiştir.
(Yâkut-Mûcemülbüldan c.5,s.77, c.1,s.291)
[37] Kasas: 24.
[38] Taberî-Tarih c.1,s.199-205, Sâlebî-Arais s.166-174, ibn.Esîr-Kâmil
c.1,s.169-176.
[39] Sâlebî-Arais s. 174.
[40] Taberî-Tarih c.1,s.2O5, Sâlebî-Arais s.174, ibn.Asakir-Tarih
c.6,s.322, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.176.
[41] Sâlebî-Arais s.174, ibn.Asakir-Tarih c.6,s.322.
[42] Taberî-Tarih c.1,s.2O5, Sâlebî-Arais s.174, İbn.Asakir-Tarih
c.6,s.322, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.176
[43] Sâlebî-Arais s.174
[44] Taberî-Tarih c.1,s.2O5, Sâlebî-Arais s.174, ibn.Asâkir-Tarih
c.6,s.322, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.176.
[45] İbn.Asâkir-Tarih c.6,s.322.
[46] Taberî-Tarih c.1,s.2O5, Sâlebî-Arais s.174, İbn.Asâkir-Tarih
c.6,s.322, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.176.
[47] İbn.Asâkir-Tarih c.6,s.322.
[48] Taberî-Tarih c.1,s.2O5.
[49] Taberî-Tarih c.1 ,s.2O5, Sâlebî-Arais s.174.
[50] Taberî-Tarih c.1,s.2O5, Sâlebî-Arais s.174, İbn.Esîr-Kâmil
c.1,s.176.
[51] Sâlebî-Arais s.174.
[52] İbn.Asâkir-Tarih c.6,s.322.
[53] Taberî-Tarih c.1,s.2O5, Salebî-Arais s.174, İbn.Esîr-Kâmil
c.1,s.176.
[54] Taberî-Tarih c.1,s.2O5.
[55] Sâlebî-Arais s.174.
[56] İbn.Asakir-Tarih c.6,s.322.
[57] Sâlebî-Arais s.174.
[58] Taberî-Tarih c.1,s.2O5, Sâlebî-Arais s.174, İbn.Asakir-Tarih
c.6,s.322, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.176.
[59] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.176
[60] Sâlebî-Arais s.174.
[61] Sâlebî-Arais s.174, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.176.
[62] İbn.Asâkir-Tarih c.6,s.322.
[63] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.177.
[64] İbn.Asâkir-Tarih c.6,s.322, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.177.
[65] İbn.Asâkir-Tarih c.6,s.322.
[66] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.177.
[67] İbn.Asakir-Tarih c.6,s.322, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.177.
[68] İbn.Asakir-Tarih c.6,s.322.
[69] İbn.Asakir-Tarih c.6,s.322, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.177.
[70] M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı
Yayınları: 2/15-18.
[71] Taberî-Tarih c.1,s.2O5.
[72] Taberî-Tarih c.1,s.2O5, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.176.
[73] Taberî-Tarih c.1 ,s.2p5.
[74] Sâlebî-Arais s.175, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.177.
[75] Kasas: 27-28.
[76] Sâlebî-Arais s.175, İbn.Esîr-Kâmil C.1.S.177.
[77] Taberî-Tarih c.1,s.2O5.
[78] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.177.
[79] Sâlebî-Arais s.175.
[80] Taberî c.1,s.2O5, Sâlebî s.175, İbn.Esîr c.1,s,177.
[81] Sâlebî-Arais s.175.
[82] Şâlebî-Arais s.175.
[83] ibn.Esîr-Kârnil c.1,s.177.
[84] Taberî-Tarih c.1,s.2O5, Sâlebî-Arais s.175, İbn.Esîr-Kâmil
c.1,s.177.
[85] Sâlebî-Arais s.175, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.177.
[86] Taberî-Tarih c.1,s.2O5, Şâlebî-Arais s.175, İbn.Esîr-Kâmil
c.1,s.177.
[87] Taberî-Tarih c.1,s.2O5, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.177.
[88] Sâlebî-Arais s.175.
[89] Taberî-Tarih c.1,s.2O5, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.177.
[90] Taberi-Tefsirc.20,s.71, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s 177.
[91] Taberi-Tarih c.1,s.2O7, Sâlebî-Arais s.176, İbn.Esîr-Kâmil
c.1,s.177.
[92] Sâlebî-Araiss.175.
[93] Taberî-Tarih c.1,s.2O5, Sâlebî-Arais s.175, İbn.Esîr-Kâmil
c.1,s.177
[94] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.177.
[95] Taberî-Tarih c.1,s.205.
[96] Taberî-Tarih c.1,s.205-206.
[97] Taberî-Tarih c.1,s.2O6, Sâlebî-Arais s.175, İbn.Esîr-Kâmil
c.1,s.177.
[98] Taberî-Tarih c.1, s.206, İbn.Esîr Kâmil c.1, s.177.
[99] Sâlebî-Arais s.175.
[100] Taberî-tarih c.1,s.206, Sâlebî-Arais s.175.
[101] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.177.
[102] Taberî-Tarih c.1,s.2O6, Sâlebî-Arais s.175, İbn.Esîr-Kâmil
c.1,s.177.
[103] Taberî-Tarih c.1,s.206, Sâlebî-Arais s.175
[104] Sâlebî-Arais s.175
[105] Taberî-Tarih c.1,s.2O6, Sâlebî-Arais s.175, İbn.Esîr-Kâmil
c.1,s,177
[106] Sâlebî-Arais s.175
[107] Taberî-Tarih c.1,s.2O6, Sâlebîs.176, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.177
[108] Sâlebî-Arais s.175
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
2/18-20.
[109] Kasas: 10-28.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
2/20-23.
[110] Taberî-Tarih c.1,s.198, Sâlebî-Arais s. 178 .
[111] Sâlebî-Araiss.178.
[112] Taberî-Tarih c.1,s.206-207, Sâlebî-Arais s.178, ibn.Esîr-Kâmil
c.1,s.177.
[113] Taberî-Tarih c.1,s.2O7.
[114] Sâlebî-Arais s.178.
[115] Sâlebî-Arais s.178, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.177.
[116] Taberî-Tarih c.1,s.2O7, Sâlebî-Arais s.178, İbn.Esîr-Kâmil
c.1,s.177.
[117] Taberî-Tarih c.1,s.2O7, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.177-178.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
2/24.
[118] Tâhâ: 10.
[119] Hâkim-Müstedrek c.2,s.379
[120] Taberî-Tarih c.1,s.2O6, ibn.Esîr-Kâmil C.1.S.178
[121] Taberî-Tarih c.1,s.2O7
[122] Sâlebî-Arais ..178. ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.178, Ebülferec
ibn.Cevzî-Tabs.ra c.1,s 219-220.
[123] Taberî-Tarih c.1,s.207, Sâlebî-Arais s.178, İbn.Esîr-Kâmil
c.1,s.178, Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsıra c.1,s.22O.
[124] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.80-81.
[125] Taberî-Tarih c.!,s.2O6, Sâlebî-Arais s.178, İbn.Esîr-Kâmil
c.1,s.178.
[126] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.80, Taberî-Tarih c.1,s.2O6,
İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.178.
[127] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.81, Ebülferec ibn.Cevzî-Tabsıra c.1,s.22O.
* Mûsâ Aleyhisselâma: "Seninle konuştuğu zaman, konuşanın, Yüce Allah
olduğunu, nasıl anlayabildin?" diye sorulmuştu.
Mûsâ Aleyhisselâm: Mahluk kelamı, ancak bir tek cihetten gelir ve bir
tek uzuvdan işitilir. Ben ise, Yüce Allah´ın kelâmını, her cihetten ve
bütün azalarımla işittim ve anladım ki: işittiklerim, Yüce Allah´ın
kelâmıdır." demiştir. (Sâlebî-Arais s. 181).
[128] Ahmed b. Hanbei Ezzühd s.86, Deylemî-Elfirdevs c.3, s.192.
[129] Deyiemî-Eifirdevs c.3, s.192.
[130] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.86, Deylemî-Elfirdevs c.3, s.192.
[131] Deylemî-Elfirdevs c.3, s.192.
[132] Taberî-Tarih c.1,s.206-207, Sâlebî-Arais s.178, İbn.Esîr-Kâmil
c.1,s.178
[133] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.81, Sâlebî-Arais s.178-179, Ebülferec
İbn.Cevzî-Tabsıra c.1,s.22O, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.178.
[134] Sâlebî-Arais s.179, Ebülferec-Tabsıra c.1,s.22O, İbn.Esîr-Kâmil
c.1,s.178.
[135] Taberî-Tarih c.1,s.2O8.
[136] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.80, Ebülferec-Tabsıra c.1,s.22O.
[137] A.b.Hanbel-Ezzühd s.81, Taberî-Tarih c.1,s.2O8, Ebülferec-Tabsıra
c.1,s.22O, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.178.
[138] Tâhâ: 17-20 A.b.Hanbel-Ezzühd s.81, Taberî c.1,s.2O8, Ebülferec
c.1,s.22O, İbn Esîr-Kâmil c 1 s 178-179.
[139] Taberî-Tarih c.1,s.2O8.
[140] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.81, Taberî-Tarih c.1,s.2O8.
[141] Taberî-Tarih c.1,s.2O8
[142] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.81-82.
[143] Tâhâ: 21, A.b.Hanbel-Ezzühd s.82, Taberî c.1,s.2O8, Ebülferec
Tabsıra c.1,s.221.
[144] Taberî-Tarih c.1,s.2O8, Sâlebî-Arais s.179, İbn.Esîr-Kâmil
c.1,s.179-180.
[145] Sâlebî-Arais s. 180.
[146] Sâlebî-Arais s.180, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.18O.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
2/25-28.
[147] Tûr-i Seynâ: Zeytin ağacı biten mübarek bir dağdır. (Mü´minûn:
20).
[148] Kasas: 29-31.
[149] Nemi: 8-10.
[150] Tâhâ: 12-21.
[151] Dokuz Mucize şunlardı:
1) Asa,
2) El Aklığı,
3) Tufan (Sağnak halinde ve sürekli yağış),
4) Çekirge,
5) Kummel (Kanadsız çekirge, Ekin biti, küçük karınca...),
6) Kurbağa,
7) Kan,
8) Times (Malların mahv edilişi),
9) Denizin yarılıp yol verişi (Taberî-Tarih c.1,s.216, Sâlebî-Arais
s.190-195, Ebülfida-Elbidaye vennihaye C.1.S.248).
[152] Nemi: 12.
[153] Kasas: 32.
[154] Nâziât: 17-19.
[155] Kasas: 33-35.
[156] Tâhâ: 25-44.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
2/29-32.
[157] Sâlebî-Araiss.181.
[158] Sâlebi-Arais s.181, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.18O.
[159] Mes´udî-Ahbaruzzaman s.244.
[160] Sâlebi-Arais s.181, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.18O.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
2/32-33.
[161] Sâlebi-Arais s.181.
[162] Taberî-Tarih c.1,s.2O8, Sâlebi-Arais s.182, İbn.Esîr-Kâmil
c.1,s.18O.
[163] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.18O.
[164] Taberî-Tarih c.1,s.2O8, Sâlebî-Arais s.182, İbn.Esîr-Kâmil
c.1,s.18O.
[165] Furkan: 35, Kasas: 35.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
2/33-34.
[166] Tâhâ: 45-48.
[167] Taberî-Tarih c.1,s.2O8, Sâlebî-Arais s.182, İbn.Esîr-Kâmil
c.1,s.18O.
[168] Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsıra c.1,s.223.
[169] Taberî-Tarih c.1,s.2O8, Sâlebî-Arais s.182, İbn.Esîr-Kâmil
c.1,s.18O.
[170] Taberî-Tarih c.1,s.2O8, Sâlebî-Arais s.182.
[171] Taberî-Tarih c.1,s.2O8, Sâlebî-Arais s.183, ibn.Esîr c.1,s.18O
[172] Sâlebî-Arais s.183.
[173] Taberî-Tarih c.1,s.2O9, Salebi-Arais s.183, İbn.Esîr c.1,s.18O.
[174] Yâkubî-Tarih c.1,s.34.
[175] Sâlebî-Arais s.183.
[176] Taberî-Tarih c.1,s.2O8, Sâlebi-Arais s.183, İbn.Esîr-Kâmil
c.1,s.181.
[177] Taberî-Tarih c.1,s.2O8, Sâlebî-Arais s.183, İbn.Esîr-Kâmil
c.1,s.181.
[178] Sâlebi-Arais s.183.
[179] Taberî-tarih c.1,s.2O9, Sâlebî-Arais s.183, İbn.Esîr-Kâmil
c.1,s.181.
[180] Şuarâ: 18-22.
[181] Taberî-Tarih c.1,s.2O9, Sâlebî-Arais s.183.
[182] Şuarâ: 23-25
[183] Taberî-Tarih c.1,s.209-210, Sâlebî-Arais s.183.
[184] Şuarâ: 26-27.
[185] Taberî-Tarih c.1,s.21O, Sâlebî-Arais s.183.
[186] Sâlebî-Arais s.183.
[187] Taberî-Tarih c.!,s.21O, Salebî-Arais s.183.
[188] Şuarâ: 28.
[189] Taberî-Tarih c.1,s.21O, Sâlebî-Arais s 183.
[190] Şuarâ: 28-30.
[191] Taberî-Tarih c.1,s.21O, Sâlebî-Arais s.183.
[192] M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı
Yayınları: 2/34-37.
[193] Şuarâ: 30-32.
[194] Taberî-Tarih c.1,s.21O, Sâlebî-Arais s.183.
[195] Taberî-Tarih c.1,s.2O9, Sâlebî-Arais s.183.
[196] Taberî-Tarih c.1,s.21O, Sâlebî-Arais s.183.
[197] Taberî-Tarih c.1,s.21O, Sâlebî-Arais s.183-184.
[198] Sâlebî-Arais s. 184.
[199] Taberî-Tarih c.1,s.21O, Sâlebî-Arais s.184.
[200] Taberî-Tarih c.1,s.2O9, Sâlebî-Arais s.184.
[201] Taberî-Tarih C.1.S.209.
[202] Şuarâ: 33.
[203] Taberî-Tarih c.1,s.212.
[204] Sâlebî-Araiss.184.
[205] Taberî-Tarih c.1,s.212.
[206] Sâlebî-Arais s. 184.
[207] Taberî-Tarih c.1,s.2O9.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
2/37-39.
[208] Taberî-Tarih c.1,s.211, Sâlebî-Arais s.191, ibn.Esîr-Kâmil
c.1,s.186.
[209] Taberî-Tarih c.1,s.211, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.186.
[210] Sâlebî-Arais s.191.
[211] Taberî-Tarih c.1,s.211-212, Sâlebî-Arais s.191-192,
İbn.Esîr-Kâmilm c.1,s.186.
[212] Sâlebî-Arais s. 192.
[213] Taberî-Tarih c.1,s.212, Sâlebî-Arais s.192, ibn.Esîr c.1,s.186.
[214] Taberî-Tarih c.1,s.212, Sâlebî-Arais s.192, İbn.Esîr c.1,s.186.
[215] Sâlebî-Araiss.192.
[216] Taberî-Tarih c.1,s.212, Sâlebî-Arais s.192, İbn.Esîr-Kâmil
c.1,s.186.
[217] Sâlebî-Araiss.192.
[218] M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı
Yayınları: 2/39-40.
[219] Sâlebî-Arais s.192.
[220] Taberî-Tarih c.1,s.212, Sâlebî-Arais s.192, İbn.Esîr-Kâmil
c.1,s.186.
[221] Sâlebî-Arais s.192.
[222] Taberî-tarih C.1.S.212, Sâlebî-Arais s.192,, İbn.Esîr-Kâmil
c.1,s.186.
[223] Sâlebî-Arais s.192, Ebülfida-Elbidâye Vennihâye c.1,s.296.
[224] Sâlebî-Arais s.192 Sâlebî-Arais s.192.
[225] M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı
Yayınları: 2/40.
[226] Taberî-Tarih C.1.S.211-212.
[227] Taberî-Tarih c.1,s.212, Sâlebî-Arais s.192-193, İbn.Esîr-Kâmil
c.1,s.186.
[228] M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı
Yayınları: 2/40-41.
[229] Sâlebî-Arais s. 193-194.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
2/41-42.
[230] Taberî-Tarih C.1.S.212, Sâlebî-Arais s.194, ibn.Esîr-Kâmil
C.1.S.186.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
2/42.
[231] Mü´minûn: 45-47.
[232] Zuhruf: 51-53.
[233] Zâriyât: 39.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
2/42.
[234] Sâlebî-Arais s.195, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.186.
[235] Taberî-Tarih c.1,s.216, Sâlebî-Arais s.195, İbn.Esîr-Kâmil
c.1,s.186.
[236] Yûnus: 88-89.
[237] Taberî-Tarih c.1,s.213, Sâlebî-Arais s.196.
[238] Taberi-Tarihc.1,s.216, Sâlebî-Arais s.195.
[239] Ârâf: 130-135.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
2/42-44.
[240] Tâhâ: 47-52.
[241] Tâhâ: 57.
[242] Isrâ: 101-102
[243] Ârâf: 109-110
[244] Firavunun Amucasının oğlu olduğu rivayet edilir. (Taberî-Tefsir
c.24,s.58, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.260).
[245] Mü´min: 26-34.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
2/44-46.
[246] Kasas: 38.
[247] ) Kasas: 38, Mü´min: 36.
[248] Kasas: 38.
[249] Kasas: 38, Mü´min: 36.
[250] Kasas: 38, Mü´min: 37.
[251] Kasas: 38, Mü´min: 37.
[252] Kasas: 38.
[253] Mü´min: 37.
[254] Kasas: 38, Mü´min: 37.
[255] Sâlebî-Arais s.189, ibn.Esîr-Kâmil C.1.S.185.
[256] Taberî-Tarih c.1,s.2O9.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
2/46.
[257] Şuarâ: 34-35.
[258] Ârâf: 111-112.
[259] Yûnus: 78-79.
[260] Ârâf: 113-114.
[261] Tâhâ: 62-64.
[262] Tâhâ: 57-60.
[263] Şuarâ: 39-40.
[264] İbn.Habîb-Kitabulmuhabber s.388, Sâlebî-Arais s.185.
[265] Sâlebî-Arais s.185, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.254
[266] Taberî-Tarih c.1,s.21O, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.182
[267] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.254
[268] Taberî-Tarih c.1, s.213, Sâlebî-Arais s.185, ibn.Esîr-Kâmil c.1,
s.182. Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1, s.254.
[269] Sâlebî-Arais s.185.
[270] Taberî-Tarih c.1,s.21O, Ebülferec İbn.Cevzi-Tahsıra c.1, s.223.
[271] Taberî-Tarih c.1,s.211, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.254.
[272] Sâlebî-Arais s 186.
[273] Taberi-Tarih c. 1,8.211, Sâlebî-Arais s.186, İbn.Esîr-Kamil
c.1,s.182.
[274] Mes´ûdî-Ahbaruzzaman s.246
[275] Taberi-Tarih c.1,s.211, Sâlebî-Arais s.186, İbn.Esîr c.1,s.182.
[276] Bedrüddin Aynî-Umdetülkârî c.21,s.277.
[277] ibn.Habîb-Kitabulmuhabber s.338.
[278] Dîneveri-Kibulahbar s.3-4.
[279] Taberî-Tarih c. 1 ,s.211.
[280] Tâhâ: 61.
[281] Sâlebî-Arais s.186.
[282] Tâhâ: 65.
[283] Ârâf: 115.
[284] Şuarâ: 43-44.
[285] Ârâf: 116.
[286] Heysemî-Mecmauzzevaid c.7,s.62.
[287] Taberî-Tarih c.1,s.211, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.225.
[288] Mes´ûdî-Ahbaruzzaman s.245-246.
[289] Mes´üdî-Ahbaruzzaman s.245-246.
[290] Tâhâ: 68-69.
[291] Şuarâ: 45.
[292] Ârâf: 117, Şuarâ: 45.
[293] Taberî-Tarih c.1,s.211, Sâlebî-Arais s. 186.
[294] Sâlebî-Arais s. 186.
[295] Heysemî-Mecmauzzevaid c.7,s.62.
[296] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.183.
[297] Şuarâ: 46-48.
[298] Şuarâ: 49, Tâhâ: 71.
[299] Araf: 123.
[300] Tâhâ: 71.
[301] Şuarâ: 50.
[302] Ârâf: 125, Şuarâ: 50.
[303] Tâhâ: 72-73.
[304] Şuarâ: 51.
[305] Araf: 126.
[306] Taberî-Tarih c.1,s.213, Sâlebî-Arais s.187, İbn.Esîr-Kâmil
c.1,s.184, Ebülfida-Elbidaye vennihaye C.1.S.258.
[307] Taberî-Tarih c.1,s.211, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.265.
[308] Ârâf: 127.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
2/46-53.
[309] Sâlebî-Arais s.187.
[310] Sâlebî-Arais s.187, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.184.
[311] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.1,s.309-310, Sâlebî-Arais s.187-188,
ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.184, Heysemî- Mecmauzzevaid c.1,s.65
[312] Sâlebî-Arais s.188, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.184.
[313] Şâlebî-Arais s.188, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.184-185.
[314] ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.185.
[315] Tahrîm: 11.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
2/53-55.
[316] Şuarâ: 52.
[317] Tâhâ: 77.
[318] Şuarâ: 53.
[319] Zemahşerî-Keşşaf c.3,s.114, Hâzin-Tefsir c.3,s.362.
[320] Sâlebî-Arais s.196, Zemahşerî-Keşşaf c.3,s.114, Hazin-Tefsir
c.3,s.362.
[321] Taberî-Tarihc.1,s.214, Sâlebî-Arais s.191, Zemahşerîc.3,s.114,
ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.187, Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsıra c.1,s.223.
[322] Taberî-Tefsir c.19,s.76, Zemahşerî-Keşşaf c.3,s.114, Hâzin
c.3,s.362.
[323] Taberî-Tarih c.1,s.214, Salebî s.191, ibn.Esîr c.1,s.187, Tabsıra
c.1,s.223, Ebülfida-Tefsir c.3,s.336.
[324] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.28O.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
2/55-56.
[325] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.28O.
[326] Mir Hâvend-Ravzatussafa s. 252 (Terceme).
[327] Mes´ûdî-Ahbaruzzaman s.250.
[328] Kurtubî-Tefsir c.13,s.100.
[329] Zemahşerî-Keşşaf c.3,s.114, Kurtubî-Tefsir c.13,s.100,
Hâzin-Tefsir c.3,s.362.
[330] Kurtubî-Tefsir c.13,s.100.
[331] Mes´ûdî-Ahbaruzzaman s.250.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
2/56-57.
[332] Sâlebî-Arais s.142, ibn.Hacer-Metalibül´âliye C.3.S.274.
[333] Sâlebî-Arais s. 142.
[334] Sâlebî-Arais s.142, ibn.Hacer-Metalibül´âliye c.3,s.274.
[335] Sâlebî-Arais s.142.
[336] Sâlebî-Arais s.142, İbn.Hacer-Metalibül´âliye c.3,s.274.
[337] Sâlebî-Arais s.142.
[338] Sâlebî-Arais s.142, ibn.Hacer-Metalibül´âlieye c.3,s.274.
[339] Sâlebî-Araiss.142 .
[340] Taberî-Tarih c.l.s.214, Sâlebî-Arais s.197.
[341] Salebî-Arais s. 142, ibn.Hacer-Metalib.c.3,s.274.
[342] Sâlebî-Arais s. 142.
[343] Salebî-Arais s.142, ibn.Hacer-Metâlib, C.3.S.274.
[344] Sâlebî-Arais s. 142.
[345] Taberî-Tarih c.1,s.215, Sâlebî-Arais s.197.
[346] Taberî-Tarih c.1,s.215, Sâlebî-Arais s.197.
[347] Sâlebî-Arais s.142, İbn.Hacer-Metalibül´âliye c.3,s.274.
[348] Taberî-Tarih c.1,s.215, Sâlebî-Arais s.197,
ibn.Hacer-Metâlib.c.3,s.274.
[349] Taberî-Tarih c.1,s.215, Sâlebî-Arais s.142,197.
[350] İbn.Hacer-Metalibül´âliye c.3,s.274.
[351] Sâlebî-Arais s. 142.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
2/57-59.
[352] Taberî-Tarih c.1,s.214, Sâlebî-Arais s.196.
[353] Şuarâ: 60.
[354] Taberî-Tarih c.1,s.214, Sâlebî-Arais s.196, Ebülferec
İbn.Cevzî-Tabsıra c.1,s.224.
[355] Taberî-Tarih c.1,s.214, Sâlebî s.196, Zemahşerî-Keşşaf c.3,s.114,
Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsıra c.1,s.224, Ebüssuud-Tefsir c.6,s.244.
[356] Taberî-Tarih c.1,s.214, Sâlebî-Arais s.199.
[357] ibn.Ebî Şeybe-Musannef c.11 ,s.527, Sâlebî-Arais s.196,
Zemahşerî-Kesşaf c.3,s,114, Ebüssuud-Tefsir c.6,s.244.
[358] Sâlebî-Arais s.196, Kurtubî-Tefsir c.13,s.1O1.
[359] Mes´ûdî-Ahbaruzzaman s.250.
[360] Taberî-Tarih c.1,s.217
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
2/59.
[361] Tâhâ: 78
[362] Şuarâ: 61-62.
[363] Ârâf: 129.
[364] Şâlebî-Arais s.197.
[365] Ârâf: 129.
[366] Taberî-Tarih c.1,s.214, Sâlebî-Arais s. 197.
[367] Sâlebî-Arais s. 197.
[368] Taberî-Tefsir c.19,s.8O, Salebî-Arais s.197, Hâzin-Tefsir
c.3,s.363.
[369] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.271.
[370] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.11,s.527.
[371] Mîr Hâvend-Ravzatussafâ
Terceme c.252.
[372] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.271.
[373] Taberî-Tefsir c.19,s.8O, Sâlebî-Arais s.197, Zemahşerî-Keşşaf
c.3,s.115.
[374] Sâlebî-Arais s.197, Zemahşerî-Keşşaf c.3,s.115.
[375] Zemahşeri-Keşşaf c.3,s.115, Ebüssuud-Tefsir c.6,s.244.
[376] Taberî-Tefsir c.19,s.8O, Sâlebi-Arais s. 198.
[377] Taberî-Tarih c.1,s.214.
[378] Hesyemî-Mecmauzzevaid c.7,s.63.
[379] Şuarâ: 63, İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.11,8.527.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
2/59-61.
[380] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.11,s.527, Taberî-Tarih c.1,s.214,
Sâlebî-Arais s.198, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c. 1,8.271, Ravza
Terceme s.253.
[381] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.271, Mir Hâvend Ravza Terceme
s.253.
[382] Şuarâ: 63.
[383] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c. 11 ,s.529, Taberî-Tarih c. 1 ,s.214,
Mes´ûdî-Ahbaruzzaman s.251, Sâlebî-Arais s. 198, Ebülfedec-Tabsıra
c.1,s.224, Ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.187, Ebülfida-Elbidaye vennihaye
c.1,s.271.
[384] Salebî-Arais s.198, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.271.
[385] Taberî-Tarih c.1,s.214, Sâlebî-Arais s.198.
[386] Zemahşerî-Keşşaf c.1,s.28O, Süyûlî-Dürrülmensur c.5,s.87
[387] Taberî-Tarih c.1,s.214, Sâlebî-Arais s.198, Ravza Terceme s.253
[388] Şuarâ: 64-65.
[389] Taberî-Tarih c.1,s.214, Sâlebî-Arais s.199, İbn.Esîr-Kâmil
c.1,s.187-188
[390] Sâlebî-Arais s.199
[391] Taberî-Tarih c.1,s.214, Sâlebî-Arais s.199, İbn.Esîr-Kâmil
c.1,s.187-188.
[392] Yûnus: 90.
[393] Yûnus: 91-92.
[394] Taberî-Tarih c.1,s.214, 217, SâlebrArais s.199, Kurtubî-Tefsir
c.8,s.377, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.272, Tefsir c.2,s.33O,
Beyzâvî-Tefsir c.1,s.456-457, Hâzin-Tefsir c.2,s.311-314,
Ebüssuud-Tefsir c.4,s.173.
[395] Mü´min: 84-85.
[396] Kasas: 39-42.
[397] Hûd: 98.
[398] Taberî-Tarih c.1,s.214.
[399] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.1 ,s.3O9, Tirmizî-Sünen c.5,s.287,
Taberî-Tefsir c.11 ,s.163, Kurtubî-Tefsir c.8,s.378, Ebülfida-Tefsir
c.2,s.43O, Hâzin-Tefsir c.2,s.312-314, Ebüssuud-Tefsir c.4,s.173.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
2/61-64.
[400] Sâlebî-Arais s. 199.
[401] Taberî-Tarih c.1,s.214, Sâlebî-Arais s.199, Ibn.Esîr-Kâmil
c.1,s.188.
[402] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.273
[403] İbn.EbîŞeybe-Musannef c.11.S.528, Taberî-Tefsir c.11.S.165,
Sâlebî-Arais s.199, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.273.
[404] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.11,s.528, Taberî-Tefsir c.11,s.165.
[405] Taberî-Tarih c.1,s.214, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.188.
[406] Taberî-tarih c.1,s.214.
[407] Sâlebî-Arais s.199, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.273.
[408] Kurtubî-Tefsir c.8,s.38O, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.273,
Beyzavî-Tefsir c.1,s.457
[409] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.11,s.528, Taberî-Tefsir c.11,s.165, 166.
[410] Taberî-Tefsir c. 11,s. 165.
[411] Kurtubî-Tefsir c.8,s.380.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
2/64-65.
[412] Zemahşerî-Keşşaf c.3,s.115, Kudaîden naklen Yâkut-Mûcemûlbüldan
C.4.S.387, Nesefî-Medarik c.3,s.185, Beyzavî-Tefsir c.2,s.159,
Ebüssuud-Tefsir c.6,s.245.
[413] Kudaiden naklen Yâkut-Mûcemülbüldan c.4,3.387,388.
[414] Fîrûzâbâdî-Kamusulmuhît c.4,s.169.
[415] M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı
Yayınları: 2/65.
[416] Eş şuara suresi 52. ayet. Taha suresi 77. ayet. Ömer Nasuhi
Bilmen, Kur´an-ı Kerim´in Türkçe meali ve Tefsiri, Cüz. 11 s. 1426.
[417] Eş-şuara62,63,64.
[418] Eş-şuara, 65, 66.
[419] Yunus suresi 91. ayet, Prof.Seyyid Kutub, Fızılâl-il Kuran b.55.
[420] Sözler ? 373.
[421] Ö.N.Bilmen, K.K.Meâü, sûre : Yûnus, s. 1425.
[422] (6) Piggot, S. The Radio-Carbon Date from Durrington
waiis-Antiquity, xxxııı. no. 132,1959, s.289.
[423] Keşşaf Tefsiri, ait 2, s.251-252.
[424] M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı
Yayınları: 2/65-67.
[425] Taberî-Tarih c.1,s.214, Sâlebî-Arais s.198
[426] Sâlebî-Arais s.200, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.188
[427] Şâlebî-Arais s.200.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
2/68.
[428] Araf: 138-141.
[429] İbn.Esîr-Kâmil C.1.S.188.
[430] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.f,s.276
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
2/68-69.
[431] Sâlebî-Arais s.200, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.188-189.
[432] Sâlebî-Arais s.200.
[433] Sâlebî-Arais s.200, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.189.
[434] Taberî-Tarih c.1, s.218, Sâlebî-Arais s.208.
[435] ibn.Kuteybe-Maarif s.20.
[436] İbn.Kuteybe-Maarif s.20, Taberî-Tarih c.1, s.219, Sâlebî-Arais
s.208.
[437] Taberî-Tarih c.1,s.219.
[438] Sâlebî-Arais S.208İ İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.189.
[439] Sâlebî-Arais s.208.
[440] Taberî-Tarih c.1,s.218.
[441] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.28O.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
2/69.
[442] Taberî-Tarih c.1, s.218
[443] Taberî-Tefsir c.16,s.20O
[444] Taberî-Tarih c.1,s.218, Sâlebî-Arais s.209, ibn.Esîr-Kâmil
c.1,s.19O
[445] Sâlebî-Arais s.209
[446] Taberî-Tarih c.1,s.218, Sâlebî-Arais s.209
[447] Tâhâ: 90-91
[448] Taberî-Tarih c.1,s.218, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s. 190
[449] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.3O5, Heysemî-Mecmuazzevaid
c.7,s.64.
[450] Yâkubî-Tarihc.1,s.38
[451] Taberi-Tarih C.1.S-218, Sâlebî-Arais s.210
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
2/71-72.
[452] Serçe parmağı kadar (Hâkim-Müstedrek c.2,s.576).
[453] Ârâf: 142-147.
[454] Tâhâ: 83-89.
[455] Mûsâ Aleyhisselâma, On Suhuf indirildikten sonra, on da, levha
indirilmişti.
Mûsâ Aleyhisselâm, israil oğullarının Buzağı heykeline tapmalarına
kızıp levhaları, elinden yere bıraktığı zaman, levhalar, kırılmıştı.
Bunun üzerine, Müsâ Aleyhisselâm, Yüce Allah´a niyaz ederek levhaların
yeniden verilmesini istemiş, Yüce Allah da, Ona iki levha iade etmişti
ki, onlardan birisi Mîsak, diğeri Şehâdet levhası idi.
(İbnünnedîm-Fihrist s.39-40).
[456] Ârâf: 150.
[457] Tâhâ: 92-98.
[458] Ârâf: 149
[459] Ârâf: 151-154.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
2/72-75.
[460] Sâlebî-Arais S.212.
[461] Taberî-Tarih c.1,s.22O, Sâlebî-Arais s.211, İbn.Esîr-Kâmil
c.1,s.191.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
2/76.
[462] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.28O.
[463] Meşhur Zengin Karun da, seçilen ve Yüce Allanın Kelâmını işiten
yetmiş kişi arasında bulunuyordu. (Deylemî-Elfirdevs c.3,s.277).
[464] Taberî-Tarih c.1,s.220-221, Sâlebî-Arais s.212, İbn.Esîr-Kâmil
c.1,s.191-192.
[465] Taberî-Tarih C.1.S.221.
[466] Taberî-Tarih c.1,s.221, Sâlebî-Arais s.212, İbn.Esîr-Kâmil
c.1,s.192.
[467] Taberî-Tarih c.1,s.221, İbn.Esîr-Kâmil c.1 ,s.192.
[468] Taberî-Tarih c.1,s.221.
[469] Ârâf: 155.
[470] Taberî-Tarih c.1,s.221.
[471] Bakare: 56.
[472] Taberî-Tarih c.1,s.221, Sâlebî-Arais s.212-213, ibn.Esîr-Kâmil
c.1,s.192.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
2/76-78.
[473] Taberî-Tarih c.1,s.221.
[474] Mâide: 21-22.
[475] Mâide: 23.
[476] Mâide: 24-25.
*O Yûşa´ b.Nûn Alevhisselâmla Kâlib b.Yufenna Alevhisselam.
fTaberî-Tarih c.1.s.222.
[477] Mâıde: 26 .
[478] Saf: 50.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
2/78-79.
[479] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.28O, ibn.Haldun-Tarih
c.2,ks.1,s.85
[480] Yâkubî-Tarih c.1,s.41
[481] Yâkut-Mûcemülbüldan c.2,s.69.
[482] Yâkut-Mûcemülbüldan c.2,s.69, Mir Hâvend-Ravzatussafa Terceme
s.272-273
[483] Taberî-Tarih C.1.S.222
[484] Taberî-Tarih C.1.S.222, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.196
[485] İsrail oğulları, Tih çölünde, kendilerine ihsan edilen Bıldırcın
kuşunun etinden, bir günlükten fazla aldıklarını ertesi güne
bıraktıkları zaman, fazla olan kısım, sabaha çıkmadan, muhakkak,
bozulur, kokardı. (Taberî-Tefsir c.1,s.298) Peygamberimiz Muhammed
Aleyhisselâm:
"Eğer, israil oğulları olmasaydı, et, kokmazdı!" Hadîs-i şeriflerile,
her halde, bu vakıaya işaret buyurmuşlardır. (Buhari-Sahih c.4,s.1O3,
Müslim-Sahih c.2,s.1092)
[486] Taberî-Tarih C.1.S.222
[487] Taberî-Tarih c.1,s.222, Sâlebî-Arais s.244-245, ibn.Esîr-Kâmil
c.1,s.196.
[488] Taberî-Tarih c.l,s.222.
[489] Taberi-Tarih c.1,s.222, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.196
[490] Taberi-Tarih c.1,s.222
[491] Taberi-Tarih c.1,s.222, Sâlebî-Arais s.245-246, İbn.Esîr-Kâmil
c.1,s.196
[492] Taberi-Tarih C.1.S.222
[493] Yakubi-Tarih c.1,s.4O
[494] Ârâf: 160.
[495] Bakare: 60.
[496] Bakare: 61.
[497] Ârâf: 162.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
2/79-81.
[498] Taberî-Tefsir d.s.337. Ebûlfida-Elbidaye vennihaye d.s.293-94.
[499] Ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.193, Ebûlfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.294.
[500] Bakare: 67-74.
[501] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.294.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
2/83-84.
[502] İbn.Kuteybe-Maarif s.20, Taberî-Tarih c.1,s.23O, Sâlebî-Arais
s.213
[503] Taberî-Tarih c.1 ,s.23O, Sâlebî-Arais s.213-214, Ebülferec
İbn.Cevzî-Tabsıra c.1 ,s.252, İbn.Esîr-Kâmil c.1, s.2O4,
Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.309.
[504] Taberî-Tarih c.1,s.233, Sâlebî-Arais 215-216, İbn.Esîr-Kâmil
c.1,s.2O4, Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsıra c.1,s.253.
[505] Mü´min: 23-24.
[506] Taberî-Tarih c.1,s.233.
[507] Sâlebî-Arais s 213.
[508] Sâlebî-Arais s.213, Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsıra c.1,s.252.
[509] Sâlebî-Arais s.213.
[510] Deylemî-Elfirdevs c.3,s.277.
[511] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.11,s.532, Hâkim-Müstedrek c.2,s.408-409.
[512] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.11,s.532.
[513] Taberî-Tarih c.1,s.232, Sâlebî-Arais s.216, Ebülferec
ibn.Cevzî-Tabsıra c.1,s.253, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.2O5
[514] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.11.s.532. Hâkim-Müstedrek c.2,s.4O9
[515] Taberî-Tarih C.1.S.232, Sâlebî-Arais s.216, Ebülferec-Tabsıra
c.1,s.253, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.2O5
[516] Sâlebî-Araiss.216.
[517] Taberî-Tarih c.1 ,s.232, Hâkim-Müstedrek c.2,s.4O9, Sâlebî s.216,
Ebülferec-Tabsıra c.1 ,s.252, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.2O5
[518] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.11,s.532, Hâkim-Müstedrek c.2,.409.
[519] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.11 ,s.532, Taberî-Tarih c.1 ,s.232,
Hâkim-Müstedrek c.2,s.4O9, Sâlebî s.216, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.2O5.
[520] Hâkim-Müstedrek c.2,s.4O9.
[521] jbn.Ebî Şeybe-Musannef c.11,s.532.
[522] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.11,s.532, Taberî-Tarih c.1,s.232,
Hâkim-Müstedrek c.2,s.4O9, Sâlebî-Arais s.216.
[523] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.11,s.532, Taberî-Tarih c.1,s.232,
Hâkim-Müstedrek c.2,s.4O9, Sâlebî-Arais s.217, Ebülferec
İbn.Cevzî-Tabsıra c.1,s.253, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.205-206.
[524] Taberî-Tarih c.1,s.234, Sâlebî-Arais s.216-217, Ebülferec
lbn.Cevzî-Tabsırac.1,s.253, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.2O6.
[525] Taberî-Tarih c.1,s.234, Sâlebî-Arais s.217, Ebülferec
İbn.Cevzî-Tabsıra c.1,s.253.
[526] Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsıra c.1,s.253.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
2/84-89.
[527] Kasas: 76-84.
[528] Ankebût: 39.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
2/89-90.
[529] Bu bahis Hızır Aleyhisselâm bölümündedir.
[530] Yâkubî-Tarih c.1,s.41, Taberi-Tarih c.1,s.223, Hakim-Müstedrek
c.2,s.579, Sâlebi-Arais s.246,
[531] Taberî-Tarih c.1,s.223 Hakim-Müstedrek c.2,s.579, Sâlebî-Arais
s.246, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.318.
[532] Yâkubî-Tarih d ,s.41.
[533] Ibn. Ebî Şeybe.Musannef c.11,s.53O, Taberî-Tarih c.1,s.223,
Hâkim-Müstedrek c.2,s.579, Sâlebî-Arais s.246, Ebülfida-Elbidaye
vennihaye c.1,s.318.
[534] Ibn. Ebi Şeybe-Musannef c.11 s.530.
[535] Yakubî-farih c.1,s.41.
[536] Taberî-Tarih c.1 .s.223. Hâkim-Müstedrek C.2.S.579, Sâlebî-Arais
s.246.
[537] Ibn. Ebî Şeybe-Musannef c.11 ,s.53O, Taberî-Tarih c.1,s.223,
Hâkim-Müstedrek c.2,s.579, Sâlebi-Arais s.246.
[538] Taberî-Tarih c.1,s.223, Hâkim-Müstedrek c.2,s.579- Sâlebî-Arais
s.246.
[539] Yâkubî-Tarih c.1,s.41.
[540] Taberî-Tarih c.1,s.224, Sâlebi-Arais s.246.
[541] Yâkut-Mûcemülbüldan c.4,s.48.
[542] Ibn. Ebî Şeybe-Musannef c.11 ,s.23O Taberi-Tarih c.1 ,s.223,
Hâkim-Müstedrek c.2,s.579, Sâlebî-Arais s.246
[543] Taberî-Tarih c.1 ,s,223, Hâkim-Müstedrek c.2,s,579, Sâlebi-Arais
s.246
[544] Ibn. Ebî Şeybe-Musannef c.11 ,s.53O
[545] Taberî-Tarih c.1 ,s.223, Hâkim-Müstedrek c.2,s.579, Sâlebi-Arais
s.246
[546] Ibn. Ebî Şeybe-Musannef c.11 ,s.53O
[547] Taberî-Tarih c. 1 ,s.224, Mes´ûdî-Murûcuzzeheb c. 1 ,s.49,
Sâlebi-Arais s.246, Ibn. Esîr-Kâmil c. 1 ,s. 197
[548] Ibn. Kuteybe-Maarif s.20,Hâkim-Müstedrek c.2,s.578
[549] Mes´ûdî-Murucuzzeheb c.1,s.50 Hâkim-Müstedrek c.2,s.5O.
[550] Yâkubî-Tarih c.1 ,s,41, Mes´ûdî-Murucuzzeheb c.1 ,s.5O.
[551] Sâffâtri20..
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
2/90-92.
[552] Ibn. Ebî Şeybe-Musannef c. 14,s.303, Ahmed b.Hanbel-Müsned
c.3,s.148. Müslim-Sahih c.1,s. 146, Beyha-kî-Delâllünnübüvve c.2,s.13O,
Begavî-Mesabihussünne c.2,s.179, Kadı İyaz-Şifâ c.1,s. 137, Ibn.
Esîr-Câmiul´usul c.12s.53, Ibn. Seyyid-Uyunleser c.1,s.144.
[553] Ibn. Ishak, Ibn. Hişam-Sîre c.2,s.48
[554] Ahmed b.Hanbel.Müsned c.4,s.2O9, Buharî-Sahih c.4,s.249
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
2/92-93.
[555] 513) Ibn. Mâce-Sünen c.2,s.965, Begavi-Mesâbihussünnec.2,s.166,
Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.316.
[556] Ezrakî-Ahbaru Mekke C.1.S.73.
[557] Ezrakî-Ahbaru Mekke c.2,s. 193.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
2/93-94.
[558] Mes´ûdî-Murûcuzzehebc.1,s.5O, Ibn. Asâkir-Tarih c.6,s.357.
[559] Mes´ûdî-Murûcuzzeheb c.1 ,s.5O.
[560] Sâlebî-Arais s.207, İbn. Esîr-Kâmil c.1,s.192.
[561] Sâlebî-Arais s.207.
[562] Sâlebî-Arais s.207, Ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.192.
[563] Hakîmüttirmizî-Nevâdirül´usûl s.101.
[564] Sâlebî-Arais s.207.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
2/94.
[565] Bakara: 63-66.
[566] Bakara: 93.
[567] Bakara: 83-87.
[568] Bakara: 96.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
2/95-96.
[569] Ibn. Ebi Şeybe-Müsannef c.13, s.211, Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s. 110.
[570] ibn. Ebî Şeybe-Musannef c.13, s.211, Ahmed b Hanbel-Ezzühd s. 110.
[571] Dârimî-Sünen c.1,s.86.
[572] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.85.
[573] Beyhakî-Delâilünnübüwe c.1 ,s.281 -282, Ebülfida-Elbidaye
vennihaye c.6,s.62.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
2/96-98.
[574] Fetih: 29.
[575] Ârâf:157.
[576] Bakara: 146.
[577] Ahzâb: 45.
[578] Ibn. Sa´d-Tabakat c.1,s.362, Ahmed b.Hanbel-Müsned c.2,s.174,
Buharî-Sahih c.3,s.21, Beyhakî-Delâ-lilünnübüvve c.1,s.278-279, Kadı
lyaz-Şifa c.1,s.19, Ebülferec Ibn. Cevzî-Elvefa c.1,s.37-38, ibn.
Seyyid Uyûnüleser c.1,s.58, Zehebi-Tarihul´islam C.2.S.49,
Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.325.
[579] Dârimî-Sünen c.1,s.14-15, Ebülferec Ibn. Cevzî-Elvefa c.1,s.38-39
Zehebî-Tarihulislâm c.2,s.5O.
[580] Matta İncili Bab:3, Fıkra: 13.
[581] Yuhanna İncili Bab: 1, Fıkra: 21-25.
[582] Ibn. Ishak, Ibn. Hişam-Sîre c.2,b.7O, Taberî-Tarih c.2,s.234,
Beyhakî-Delâlünnübüvve c.1,s.344, Ibn. Esîr-Kâmil c.2,s.95-96, Ibn.
Seyyid-Uyûnûleser c.1 ,s.156, Zehebî-Tarihulislam c.2,s.193,
Ebülfida-Elbidaye venni-hayec.2,s.149.
[583] Ibn. Sa´d-Tabakatc.1,s.155.
[584] Ebû Nuaym-Delâilünnübüvve c.1,s.39.
[585] Bakare: 89
[586] İsrail oğullarının Atası Ishak Aleyhisselâm, Ümmi bir kavm olan
Arapların Atası da, İsmail Aleyhisselâm olduğuna göre, Yahudilerle
Araplar, kardeş oğulları idiler.
[587] Tesniye Bab: 18, Fıkra:18.
[588] Her halde Ümmî denilmek isteniliyordun.
[589] Tesniye Bab:32 Fıkra: 21.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
2/98-101.
[590] Ibn. Kuteybe-Maarif s.20, Mes´ûdî-Murucuzzeheb c.l.s.50
Hâkim-Müstedrek c.2,s.5O, Hâkim-Müstedrek c.2,s.578.
[591] Salebî-Arais s.207, ibn. Esîr-Kâmil c.1,s.193.
[592] Salebî-Arais s.207.
[593] Ibn. Esîr-Kâmilc.1,s.193.
[594] Salebî-Arais s.207, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s. 193
[595] Taberî-Tarih c.1 ,s.224, Hâkim-Müstedrek c.2,s.58O, Sâlebi-Arais
s.248
[596] Taberî-Tarih c.1,s.224, Hâkim-Müstedrek c.2, s.580, Sâlebî-Arais
s.248, Ibn. Esir-Kâmil c.1, s. 198.
[597] Taberî-Tarih c.1,s.225, Hâkim-Müstedrek c.2, s.578, Sâlebî-Arais
s.248, Ebülferec Ibn.Cevzî-Tabsıra c.1,s. 224, İbn.Esîr-Kâmil c.1, s.
199, Muhyiddin b. Arabî-Muhâdaratülebrar c.1, s. 130, Ebülfida-Elbidaye
venniha-yec. 1, s. 319.
[598] Sâffât: 120
[599] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.3,s.12O, Ezzühd s.95, Müslim-Sahih
c.4,s.1845, Nesâi-Sünen c.3, s.215, 216, Begavî-Mesâbihussünne
c.2,s.166.
[600] Müslim-Sahih c.4, s. 1845, Begavî-Mesâbihussünne c.2, s. 166.
[601] Ahmed b. Hanbel-Müsned s.7634, Hadîs, Buharî-Sahih c.4, s. 131,
Müslim-Sahih c.4, s. 1843. Begavî-Mesâbihussünne c.2, s. 166.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
2/101-102.
[602] Ibn.Kuteybe-Maarif s. 26.
[603] Ibn. Kuteybe-Maarif s. 26, Ibn. Nedîm-Fihrist s. 39-40,
Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2, s. 78.
[604] Ebû Nuaym-Hilyetülevliya c.1, s. 167, ibn.Asakir-Tarih c.2, s.
357, Süyûtî-Dürrülmensur c.6, s. 341, A.Aliyyülmüttakî-Kenzül´ummal c.
16, s. 132.
[605] Taberî-Tarih c.1, s. 234, Ebû Nuaym-Hilyetülevliya c. 1, s. 167,
168, Ibn.Esîr-Câmiul´usûl c.2, s. 506, Kurtu-bî-Tefsîr c.20, s. 25,
Hâzin-Tefsir c.4, s. 371, Süyûtî-Dürrülmensur c.6, s. 341,
A.Aliyyülmüttakî-Kenzûl´ummal c. 16, s. 133.
[606] Ebû Nuaym-Hilyetülevliya c.1, s. 168, İbn.Asakir-Tarih c.2, s.
357, Ibn.Esîr-Câmiul´usul c.2, s. 506, Hazin-Tefsirc.4, s. 371,
Süyûtî-Dürrülmensur c.6, s. 341, A. Aliyyülmüttakî-Kenzül´ummat c. 16,
s. 133.
[607] Âlâ: 14-19.
[608] Ebû Nuaym-Hilyetülevliya c.1, s. 169, Ibn.Esîr-Camiulüsul c.2, s.
505, Kurtubî-Tefsir c. 20, s. 25, Hâzin-Tefsir c.4, s. 371,
Süyûtî-Dürrülmensur c.6, s.341, A.Aliyyülmüttakî-Kenzül´ummal c.16, s.
133.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
2/103.
[609] Ibn.Ebt Şeybe-Musannef c.14, s.303, Ahmed b. Hanbel-Müsned c.3,
s.148, Müsiim-Sahih c.1, s. 146, Bey-hakî-Delâilünnübüvve c.2, s. 130,
Begavî-Mesâbîhussünne c.2, s. 179, Kadı lyaz-Eşşifâ c.1, s. 137, Ibn.
Esîr-Câmiul´usûlc.12, s.53, lbn.Seyyid-Uyûnüleserc.1, s. 144.
[610] Ibn. Ishak, Ibn.Hişam-Sîre c.2, s.48, Buhari-Sahih c.4, s. 107.
[611] Ibn. Ishak, Ibn.Hişam-Sîre c.2, s.48.
[612] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.4, s. 209, Buharî-Sahih c.4, s. 249.
[613] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.1, s. 257.
[614] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.4, s.207, Beyhaki-Delâilünnübüvve c.2,s.
124-125, Begavî-Mesâbihussünne c.2, s. 178.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
2/103-104.
|