Sultân
Abdülhamid Hân, Osmanlı Padişahları arasında en uzun süre tahtta
kalanlardan biridir; Osmanlı Devleti’ni yakından ilgilendiren çok
önemli olayların saltanatında meydana geldiği nadir padişahlardandır ve
en önemlisi de hakkında en çok eser bulunan bir devlet adamıdır. Bir
iki sayfada onun şahsiyetini ve devrindeki olayları özetlemek mümkün
değildir. Bu sebeple sadece bazı olayların ana hatlarını vermeye
çalışacağız.
II. Abdülhamid, I. Abdülmecid’in 4. Kadınefendisi olan Çerkez asıllı
Tîr-i Müjgan Kadınefendi’den Çırağan Sarayında Eylül 1842 yılında
dünyaya gelen oğludur. 10 yaşında annesini kaybeden Abdülhamid, manevi
annesi Başikbal Perestû Hanımefendi’nin terbiyesi altında büyümüştür.
28 yıl II. Abdülhamid’in vâlide sultânlığını ifa etmiştir.
Milletin
Sultân Hamid dediği II. Sultân Abdülhamid, şehzâdeliğinin ilk
günlerinde musiki dersleri almış; 1850’den itibaren devrinin
âlimlerinden hat, Arapça, Farsça, Osmanlı Edebiyâtı ve diğer İslâmi
İlimleri ders almıştır. Özellikle hadisden Buhari okuyan Abdülhamid,
devrin Maârif Bakanından politika ve iktisad, Vak’anüvis Lütfi
Efendi’den Osmanlı Tarihi derslerini dinlemiştir.
Kendinden önceki
padişahlardan farklı olarak, Şâzelî tarikatına intisap eden Abdülhamid,
1879’dan itibaren Kadiri tarikatının derslerini almaya başlamış ve
ömrünün sonlarına doğru Nakşibendi tarikatına da intisap eylemiştir.
Bu
bir kaç satırlık bilgiden anlaşılacağı üzere, Sultan Abdülhamid
Han, bütün hayatını tam bir İslâm âlimi ve siyâset ve devlet adamı
olmaya vermiştir. Amcası Abdülaziz zamanında ziyâretlerde ve
seyahatlerde bulunan Abdülhamid, Fransız İmparatoriçesi, Avusturya
Kralı, Prusya Veliahdı, Galler Prensi, Fransa Prensi, Şeyh Şâmil ve
Emir Abdülkadir gibi, batılı ve doğulu devlet adamlarıyla tanışmış ve
onlardan istifade etmesini bilmiştir. Babasının tabiriyle kuşkulu ve
sükûtî oğul olan Abdülhamid, kurulduğu yıl Yeni Osmanlılar Cemiyetine
girmiş ve ancak gayelerinin bozuk olduğunu anlayınca ayrılmıştır.
Hayat
tarzı itibariyle Sultân Abdülaziz’e benzeyen, şarklı, tam bir Müslüman,
tam bir Osmanlı ve tam bir Müslüman Türk olan Abdülhamid Han, takvâ ve
dindarlığı sebebiyle halk
arasında veliyyullah olarak bilinmiştir.
Dedesi II. Mahmûd’a ve Reşid Paşa’ya hayran olduğu ifade edilen II.
Abdülhamid, babası I. Abdülmecid ile ağabeyi Murad’ın alafranga
hayatının devlete ve millete zarar verdiğine inanıyordu. 31 Ağustos
1876’da, akıl hastası olan V. Murad’ın yerine, Midhat Paşa ve Mütercim
Rüşdü Paşa’yı ikna ederek Osmanlı tahtına oturan II. Abdülhamid, dış ve
iç düşmanların bütün gayretlerine rağmen, 27 Nisan 1909 yılına kadar
Osmanlı tahtında oturmayı başârmıştır.
II. Abdülhamid’in saltanat yıllarını ikiye ayırmak ve
meseleleri ona göre değerlendirmek şarttır:
BİRİNCİ
SALTANAT DEVRİ
(31.8.1876-13.2.1878);
MİDHAT PAŞA VE EKİBİNİN İDAREYİ ELİNDE TUTTUĞU
ÇÖKÜŞ YILLARI
II. Abdülhamid, Midhat Paşa ve ekibini taltif
ederek tahta çıkmış ve maalesef Meclis-i Mebusan’ın kapatıldığı Şubat
1878’e kadar da, idarede hep onların sözleri geçerli olmuştur. Neticede
bu bir buçuk yıl kadar zaman, Osmanlı Devleti’nin çöküş ve hatta
yıkılış yılları olmuştur. Rus askerlerinin Yeşilköy’e kadar geldiği bu
acılı günlerin faturasını II. Abdülhamid’e yüklemek çok büyük hata
olacaktır. Bu devrenin en önemli olaylarını şöylece özetlemek mümkündür:
Midhat Paşa ve Rüşdi Paşa’ların meşrutiyetle alakalı şartlarını kabul
ederek II. Sultân Abdülhamid Hân ünvanını alan Sultân Abdülhamid,
Aralık 1876’da Midhat Paşa’nın entrikalarından bıkarak istifa eden
Rüşdi Paşa’nın yerine Midhat Paşa’yı sadrazamlığa getirdi. Osmanlı
Devleti tam bir isyan ülkesi haline gelmiş ve bu durum açık denizlere
girmek isteyen Rusya’nın iştahını açmış olmasından dolayı, Düvel-i
Muazzama, İstanbul’da Tersane Konferansını tertip etmişlerdir. İngiliz
baş mürahhası ve Türk dostu olan Lord Salisbury ısrarla Rus-Osmanlı
savaşına taraftar olmadıklarını söylemesine ve Rus Çarı II. Aleksandr
da, barışçı bir tavır izlemesine rağmen, Midhat Paşa, padişahla
münakaşayı bile nazara alarak Rusya’ya harp ilan edilmesini
savunmuştur. Midhat Paşa ile aynı fikirde olanlar, sadece
Rusya’daki Panslavistlerdi.
Böyle bir dönemde, Osmanlı Devleti Midhat Paşa ve ekibinin ısrarıyla,
23 Aralık 1876 tarihinde I. Meşrutiyet’i (Taclı Meşrutiyet veya 93
Meşrûtiyeti de denmektedir) ilan etti ve temel itibariyle 1960 yılına
kadar yürürlükte kalacak olan ilk yazılı Anayasasını yani Kanun-ı
Esâsî’yi ilan etti. Bundan cesaret alan, Midhat Paşa ve ekibi, ordunun
harp istediğini, Rusya’nın yenileceğini ve İngiltere’nin Osmanlı
Devleti’nin yanında harbe katılacağını iddia ederek, harp ilanına karşı
olanları vatan hâini ilan ettiler. II. Abdülhamid bunlardan hiç birini
kabul etmiyordu ve ancak çaresizdi. Harp tekliflerini incelemek üzere
Ocak 1877’de toplanan Meclis-i Meb’usân’ın 240 üyesinden 60’ı gayr-i
müslim idi. Karar, harp ilanının lehine çıktı ve Osmanlı Devleti’ni
yıkılışa götüren bu karar, Rusya ile Osmanlı Devleti’nin başbaşa
kalmasına sebep oldu. Memleketin felakete gittiğini gören II.
Abdülhamid, Midhat Paşa’yı Şubat 1877’de azletti ve sürgün etti. Bu
arada Düvel-i Muazzama, evvela büyükelçilerini İstanbul’dan çektiler ve
sonra da Mart 1877’de Londra Protokolünü imzaladılar. Tersane
Konferansından daha hafif teklifler ihtiva eden bu konferansı, Rus Çarı
kabul etti ve sadece harp isteyen aşırı milliyetçileri teskin için
Karadağ’a Nikşi Kazasının bırakılmasını istedi. Bunu Kanun-ı Esâsi’ye
aykırı bularak reddeden Bâb-ı Âli, Nisan 1877’de büyük Rus-Osmanlı
Savaşının yani halkın ifadesiyle 93 Harbi’nin başlamasına yol açtı.
Fiilen Haziran 1877’de başlayan bu harb Ocak 1878’de Osmanlı
Devleti’nin her şeyini kaybetmesiyle sonuçlandı. 93 felâketi, Şubat
1878’de Meclis-i Meb’ûsân’ın kapatılmasını ve II. Abdülhamid’in ikinci
saltanat devresinin başlamasını netice verdi. Tarihçilere göre bu
bir buçuk yıllık devreden II. Abdülhamid sorumlu değildi.
II. ABDÜLHAMİD’İN
İKİNCİ SALTANAT
DEVRESİ=ŞAHSİ İDARE DEVRİ
(13.2.1878-27.4.1909):
30 yıl
kadar süren bu devreye, II. Abdülhamid’in şahsî idare devri veya
muhâliflerinin ve maalesef Cumhuriyet dönemi tarihçilerinden bir
çoğunun ifadesiyle istibdâd devri (devr-i istibdâd) denmektedir. Bilançoları
çok ağır olan 93 felâketinin devleti yok edeceğini gören basiretli
devlet adamı II. Abdülhamid, Meclis-i Meb’ûsân’ın bağımsız Ermenistan,
Pontus ve Kürdistan gibi devletlerin kurulmasını tartıştığını görünce,
13.2.1878’de Meclis’i fesh etti. Alman Devlet Adamı Bismark, “bir
devlet millet-i vâhideden mürekkeb olmadıkça, meclisin faydadan ziyade
zarar vereceğini” ifade ederek tasvip etti. Rus Çarı zaten
memnundu. Durumdan rahatsız olan İngiltere, V. Murad’ı padişah ve
Midhat Paşa’yı sadrazam yapmak için Genç Osmanlılardan Ali Suavi’yi
tahrik ederek, tarihe Çırağan Baskını veya Ali Suavi Vak’ası olarak
geçen elim olayı patlattı. Arkasında, İngiliz Büyükelçisi Lord Elliot
ve yerine gelen Lord Layard ile Ali Suavi’nin İngliz ajanı olan hanımı
Mary vardı. 23 ihtilâlcinin ölümü ile sonuçlanan bu sonuçsuz darbe, II.
Abdülhamid’i hafiyye denilen gizli teşkilâtını kurarak daha sıkı
idareyi ele almasına mecbur etti.
|
|
İç buhranlarla perişan olan ve her iki cephede
de mağlup duruma düşen
Osmanlı Devleti, Yeşilköy’e kadar gelen Ruslarla, İntihar Andlaşması
denilebilecek olan 3.3.1878 tarihli Ayastafanos Muâhedesini imzaladı.
Ancak düvel-i muazzama denilen İngiltere, Fransa ve Avusturya yani
Almanya’nın bundan rahatsız olmaları üzerine, 4,5 ay sonra bu andlaşma
yok sayıldı ve 13.7.1878’de Berlin Muâhedenâmesini imzalayarak
varlığını 30-40 yıl daha uzatmış oldu. Berlin Muâhedenâmesi de, Osmanlı
Devleti’ni, Romanya, Sırbistan ve Karadağ’a tam istiklâliyet vererek
Avrupa’dan tasfiye ediyordu. Bosna-Hersek Eyâleti Avusturya’ya
verilirken, otonom bir Bulgaristan Prensliği kuruluyordu. Karadağ’a
bir kaza bırakmamak uğruna, devlet, Avrupa’dan siliniyordu.
Berlin Muâhedenâmesinden cesaret alan Ermeniler, 1895-1896
yıllarında
Doğu Anadolu’da katliamlara ve bağımsız bir Ermenistan kurma
teşebbüslerine giriştiler. II. Abdülhamid, teşkil ettiği Hamidiye
Alayları ile bu tehlikeyi bertaraf etti ve dahi denecek kadar mükemmel
olan dış politikasıyla, büyük devletlerin işe karışmasına mani oldu.
Ermeni isyanlarına karşı sert tedbirler alan II. Abdülhamid, Ermeniler
tarafından Kızıl Sultân diye anılmaya başlandı. İttihâdcılar ve
Cumhuriyet dönemindeki sözüm ona bazı aydınlar da, aynen Ermeniler
gibi, bu ünvanı kullanmaya devam etti. Ermenilerle ilgili batılı
devletlerin baskılarını, imtiyaz ve maddi menfaat gibi her çeşit imkânı
kullanarak durdurdu ve İngiltere bu diplomatik girişimler üzerine
Çanakkale Boğazına kadar getirdiği Akdeniz filosunu geri çekti.
Ermenilerden bir netice alamayan İngiltere, dış
borç batağına
sapladığı
Hidiv İsmail Paşa’dan Süveyş Kanalı tahvillerini de satın aldı. Bunun
üzerine Mısır’a baskı yapmaya başladı. 1879’da Hidiv’in azledildiği
Mısır, yine sükûn bulmadı. İngilizlerin Mısır’a hücum etmesi üzerine,
II. Abdülhamid’in Mısır’a başbakan tayin ettiği Arabî Paşa’ya bağlı
ordu Eylül 1882’de İngilizlere yenildi. Artık Mısır, fiilen İngiliz
işgali altındaydı.
Bu arada büyük devletlerin tahriki ile iyice şımaran Yunanistan, Epir
(Yanya) ve Girit Eyâletlerine göz dikerek Osmanlı Devleti’ne harp ilan
etti. Ancak Osmanlı orduları Yunanlıları bir kaç defa mağlup ettikten
sonra Atina’ya kadar yaklaştılar. Yunanistan’ın sulh talebi üzerine,
araya yine büyük devletler girdi ve son söz yine onların oldu. Aralık
1897’de imzalanan İstanbul Andlaşmasına göre, Tesalya geri veriliyor ve
Girit’e muhtâriyet tanınıyordu.
İçte ve dıştaki bütün menfiliklere, Ermenilerin püskürtülmesi ve
Yahudilere Filistin’de arazi verilmeyerek geri çevrilmeleri sebebiyle
bütün Batılı devletlerin ve lobilerin aleyhteki faaliyetlerine rağmen, II.
Abdülhamid, hiç bir zaman vazgeçmediği ittihâd-ı İslâm (İslâm Birliği)
siyâseti sebebiyle halkı tarafından sevildi ve tutuldu. Neticede
Devleti de ayakta durdurdu. 1902-1903 yıllarında Vilâyât-ı Selâse
denilen Kosova (Üsküb merkezli), Selanik ve Manastır çevrelerinde,
Makedonya İhtilâli başladı ve yine büyük devletler araya girerek
Osmanlı Devleti’ne baskı yapmaya başladı. Ermeni komitacıları ve
milletlerarası siyonizmin temsilcileri, davalarına engel gördükleri II.
Abdülhamid’i yok etmek üzere, terörist Belçikalı Jorris ile anlaştılar.
21 Temmuz 1905’de Cuma Selamlığında patlayan bomba, Padişahı yok etmek
için patlatılmıştı; ama Allah korudu. İngilizler de boş durmuyordu;
1905’de Yemen’de isyan çıkardıkları gibi, II. Abdülhamid’in Akabe
Kasabasına asker göndermesine müsaade etmek istemeyen İngiltere ile de
savaş için burun buruna gelindi. İngilizlerin altın verdiği Arap
kabileleri Osmanlı ordusuna saldırdı ise de bunlar bertaraf edildi.
İngilizler Hicaz demiryolu ile Bağdad demiryolunun acısını böylece
çıkarmak istiyorlardı. Neticede Tâbe ve Akabe arasındaki sınır, Mısırlı
ve Osmanlı subayları tarafından yeniden çizildi.
Dış ve iç baskılara rağmen 30 yıl Osmanlı Devleti’ni büyük sıkıntılarla
ayakta tutan II. Abdülhamid, bu idareyi devam ettirmek için bazı zecrî
tedbirlere baş vurmak mecburiyetinde kalmıştı. Ancak bundan da
önemlisi, Ermeni ve Yahudi meselesi yüzünden bütün basın ve Avrupa
kamuoyu tamamen aleyhine geçmişti. Bu aşırı propagandalara rağmen, Müslüman halk, veli bildiği
Padişaha itaat etmeyi ibadet telakki
ediyordu. Ancak menfi güçlerin tahriki ile genç aydınlar ve
askerler arasında, 93 felaketi ile memleketi sürüklediği uçurum
unutularak, körü körüne bir Midhat Paşa hayranlığı yeniden başlamıştı.
Yeni Osmanlılar veya Genç Türklerin fikirleri yeniden dirildi. 1890
yılında bir kısım Harbiye ve Askerî Tıbbıye talebelerinin teşebbüsü ile
gizlice kurulan İttihâd ve Terakki Cemiyeti, II. Abdülhamid’in azlini
gaye edinen bir hareket idi ve asker siyâsete yine karıştırılmıştı.
Ermenilerin ortaya attığı Kızıl Sultân iftirası, bunlar tarafından da
kullanılmaya başlandı. Daha sonra anlatacağımız gibi, İttihâdcı Prens
Sabahaddin Bey, Abdülhamid’in Ermeni kâtili olduğunu söyleyecek kadar
azıttı. III. Ordudaki Tal’at Bey, Enver Bey, Niyazi Bey ve benzeri genç
subayları da arasına katan İttihâd ve Terakki Cemiyeti, kazandığı gücü
teröre transfer edecek kadar dengeyi kaybetti. Hareketlerine karşı
koyanlara mürteci damgasını vuran İttihâd ve Terakkiciler, II.
Abdülhamid’e temel hükümleri zaten yürürlükte olan Kanun-ı Esâsi’yi
tamamen yürürlüğe sokmak ve Meclis’i açmak üzere baskı yaptılar. 23
Temmuz 1908’de II. Meşrûtiyet ilan edildi. Bu iç kargaşadan istifade
eden Bulgaristan ve Bosna-Hersek Osmanlı Devleti’nden ayrıldı ve
İttihâdçıların ittihâd-ı anâsır fikrinin ilk acı meyvesi bu oldu.
İttihâdcıların basiretsizlikleri yüzünden, 240 üyeli meclisin sadece
140’ı Türk olmak üzere Meclis-i Meb’ûsân 17 Aralık 1908’de açıldı.
Azınlıklar, demokrasi geldi diye devlete bağlanmadılar ve bilakis
devlete isyan etmeye başladılar. Müslümanların kanına giren Sırplar,
Bulgarlar, Ermeniler ve benzeri azınlıklar için af ilan edildi.
İstanbul’da Ermeni ihtilâli yapıldı; ama suçlu Müslümanlar oldu. Bunu
fırsat bilen İngilizler ve diğer Osmanlı düşmanları, Üçüncü Ordudan
İstanbul’a sevk edilen avcı taburları tarafından 31 Mart Vak’ası
denilen ihtilali çıkardılar. Asker ve bunlara katılan hamallar gibi
sıradan insanlar, şerî’at elden gidiyor diyerek devlete karşı
ayaklandılar. İttihâdçıların hem Abdülhamid’den kurtulmak ve hem de
muhâliflerini ve samimi dindarları ezmek için tertip ettiği bu olay,
İstanbul’a gelen Hareket Ordusu tarafından kanlı bir şekilde
bastırıldı.
Neticede Meclis’i toplayan İttihâdcı Tal’at Bey, 27 Nisan 1909
tarihinde, silah tehdidi altında Meclis’den hal’ kararını çıkardı ve
içinde hiç Müslüman Türk bulunmayan dört kişilik heyetle (Yahudi
Emanuel Karaso, Ermeni Komitecisi Aram Efendi, Arnavud Es’ad Toptani
Paşa ve Gürci Ârif Hikmet Paşa) hal’ kararını II. Abdülhamid’e
tebliğ ettirdi. Böylece Osmanlı Devleti’nin yıkılış trendi, maalesef
hız kazanmıştı.
KADIN
EFENDİLERİ: 1-
Nâzik-edâ Baş Kadın Efendi.; 2- Bedr-i Felek Baş Kadın Efendi; Sâfi-nâz
Nur-efzûn 2. Kadın Efendi; 4- Bîdâr 2. Kadın Efendi; 5- Dilpesend 3.
Kadın Efendi; 6- Mezîde Mestân 3. Kadın Efendi; 7- Emsâl-i Nûr 3. Kadın
Efendi; 8-Ayşe Dest-i Zer Müşfika (Kayıhân) 4. Kadın Efendi. İKBALLERİ:
9- Sâz-kâr Hanımefendi; Baş ikbal; 10- Peyveste Hanımefendi; İkinci
İkbaldir; 11-Fatma Pesende Hanımefendi; Üçüncü İkbal; 12- Behîce (Maan)
Hanımefefendi; Dördüncü İkbâl; 13- Sâliha Nâciye Hanımefendi; 4. İkbal.
GÖZDELER: 14- Dürdâne Hanım; Baş Gözde; 15- Câlibos Hanım; 2. Gözde;
16- Nazlıyâr Hanım; 3. Gözde
ÇOCUKLARI: 1- Mehmed Selim Efendi; 2- Mehmed
Abdülkadir Efendi; 3- Ahmed Nuri Efendi; Ulviyye Sultân; 5- Nâile
Sultân; 6- Zekiyye Sultân; 7- Fatma NâimeSultân; 8- Seniyye Sultân; 9-
Senîha Sultân; 10-Şâdiye Sultân. 11- Hamîde Ayşe Sultân (Babam
Sultânhamid adlı kitabın yazarı). 12- Refî‘a Sultân; 13- Hatice Sultân.
14- Aliyye Sultân; 15- Cemîle Sultân; 16- Sâmiye Sultân. 17- Mehmed
Burhânüddin Efendi. 18- Abdürrahim Hayri Efendi. 19- Ahmed Nureddin
Efendi. 20- Mehmed Bedreddin Efendi. 21- Mehmed Âbid Efendi . |
|