III. Mustafa’nın
Mihrişah
Sultân’dan Aralık 1761 yılında dünyaya gelen
III. Selim, amcasının cephelerdeki duruma üzülerek beyin kanaması
geçirmesi ve vefat etmesi üzerine Osmanlı tahtına Recep 1203/Nisan 1789
tarihinde oturdu. İslâmî ilimlere vukûfu, şiir, hat ve diğer güzel
san’atlardaki mahâreti ve kısaca kültürü açısından, denilebilir ki,
1595’de vefat eden III. Murad’dan sonra gelen Padişahlar içinde bir
numaradır. III. Selim, aynı zamanda dirâyetli, merhametli ve ıslâhâta
taraftar olan bir Padişahtır. Geldiğinde sadrazamlık koltuğunda Koca
Yusuf Paşa’nın bulunması ve sonra da uzun müddet Kaptan-ı Deryalık
görevinde bulunan Cezayirli Gâzî Hasan Paşa ile çalışması, onun için
büyük bir fırsat olmuştur. Damad Melek Ahmed Paşa ise, III. Selim ile
birlikte nizâm-ı cedîd mücadelesini veren sadrazamdır.
Saltanat III. Selim’e intikal ettiğinde, cephelerde durum çok kötüydü.
Zira Rus ve Avusturya cephelerinde savaş bütün hızıyla devam ediyordu.
Boğdan sınırlarındaki Fokşani Meydan Muharebesinde, Kemankeş Mustafa
Paşa kumandasındaki Osmanlı orduları, Rus ve Avusturya kuvvetlerinin
iki taraflı saldırıları üzerine ağır bir hezimete uğradılar
(1203/Ağustos 1789). Bunu Rusların galibiyeti ile sonuçlanan Boza
(Buzaov) mağlubiyeti takip etti (Eylül 1789). Ruslar Boğdan’ın başşehri
Yaş’ı işgal ederken, Avusturyalılar da Bükreş’i teslim alıyorlardı
(Ekim 1789). III. Selim’in askerlere hitâben kaleme aldığı ve
İslâm’daki gazâ ruhunu hatırlatan hatt-ı hümâyûnu da müessir olamadı.
Osmanlı kuvvetleri, Eflak’a
bağlı Yerköyü’nde Avusturya kuvvetlerini
mağlup etseler de, Tuna’nın güneyine çekilmek durumunda kaldılar.
Ruslar, Besarabya ile Dobruca arasındaki Osmanlı savunma merkezlerini,
bazı kayıplar ve mağlubiyetlerle birlikte ele geçirmiş oldu (İsmail,
Kili, Tulça gibi, 1790). İsveç’le yapılan ittifak Osmanlı Devleti’nin
hiç işine yaramadı. Bu sırada 1789 Fransız İhtilalinin olması, Osmanlı
Devleti’ni rahatlattı ve Avusturya sulh andlaşması istedi. Ağustos
1791’de imzalanan Ziştovi Muâhedesi ile Avusturya-Osmanlı Harbi sona
erdi. Böylece tarihteki son
Alman-Türk savaşı sona erdiği gibi, Alman
kuvvetler, Belgrad başta olmak üzere işgal ettikleri yerleri
Osmanlılara iade ettiler. Osmanlı Devleti ile başbaşa kalan Rusya da
sulha yanaştı ve Ocak 1792 tarihinde imzalanan Yaş Andlaşması ile Özü
ve Hocapaşa (Odesa) gibi bazı sahil şehirleri Ruslara bırakılarak,
Osmanlı-Rus savaşına da son verildi.
Cephelerde kaybeden Osmanlı Devleti, sosyal, hukukî, iktisâdî ve
özellikle de mağlubiyetlerin birinci sebebi sayıldığından askerî
ıslâhatları düşünmeye başladı. Zira devlet, dış düşmanlara karşı vatanı
müdafaa ederken, iç durum hiç de iyi değildi. Anadolu’da derebeyleri,
Rumeli’de a’yânlar ve cephelerde savaşan yeniçeri grubu, devlet için
büyük bir belâ haline gelmişti. Osmanlı ordusunun ve hatta bütün
devletin yeniden düzenlenmesi gerekiyordu. Osmanlı Devleti, gerileme
devrini tamamlayarak artık yıkılmanın sancılarını çekmeye başlamıştı. Bu yıkılış emârelerinin
sebeplerinin Kur’ân’a aykırı olarak yaşanan
sefâhet, halkın vergi yükünün altında ezilmesi, müminlerin kalbinden
devlete muhabbetin çıkması ve yardım duyguları yerine kin ve nefret
duygularının fışkırmaya başlaması olduğunu, aklı başında olan herkes
biliyordu. Osmanlı Devleti, nizâm-ı cedîd tabir edilen yeni bir
düzenlemeye muhtâc idi. Ancak bu nasıl yapılacaktı? Bu konuda tamamen
mevcut düzeni değiştirmek isteyenlerin görüşü esas alındı ve 24 Şubat
1793’de Nizâm-ı Cedid resmen bir Hatt-ı Hümâyûn ile ilan edildi.
Nizâm-ı Cedid de fayda vermedi. Osmanlı Devleti devamlı kan
kaybediyordu. 400 yıldır dost
devlet olarak bilinen Fransa’nın başına
geçen General Napolyon Bonaparte, 1797 yılında Venedik
Cumhuriyet’ine
son vererek Osmanlı Devleti’ne komşu haline gelmişti. Bununla da
kalmadı ve harp ilan etmeden Mısır İskenderiye önlerine geldi (Temmuz
1798). Görünürde, Padişaha itaat etmeyen Memluk Beylerini cezalandırmak
için gelmişti; ancak buradan Kahire’ye hareket etti. Mısır Beylerbeyisi
Ebu Bekir Paşa ile yaptığı Ehrâmlar Muhârebesini de kazandı. Bunu gören
Osmanlı Devleti, Eylül 1798’de Fransa’ya harb ilan etti. İngilizler de
tabiî müttefik oldu. Şubat 1799’da Filistin’e doğru ilerleyen ve Gazze
ile Yafa’yı teslim alan Bonaparte, Akka’da Cezzâr Ahmed Paşa tarafından
durduruldu. “Akka’da durdurulmasaydım, bütün şarkı ele geçirirdim”
diyen General, İstanbul’dan bir ordunun Mısır’a doğru geldiğini duyunca
Paris’e döndü. Haziran 1801’de Mısır’ın Tahliyesi Mukavelesi imzalandı
ve Osmanlı ordusu Mısır’a girdi. Böylece III. Selim’e de Gâzi ünvanı
verildi. Bunu, Nizâm-ı Cedidci Gâlib Paşa’nın Haziran 1802 tarihinde
imzaladığı Paris Mu’âhedesi takip etti.
Bu arada Arabistan’da
ortaya
çıkan Vehhâbîlik hareketi de Osmanlı
Devleti’ni ciddi manada rahatsız ediyordu. Bunu ayrıca inceleyeceğiz.
Mısır’da Memluk Beyleri nasıl bertaraf edilir diye düşünülürken,
Mısır’a gittiğinde (1799) asla Arapça bilmeyen ve Arnavud olan Mehmed
Ali Ağa, bu beylikleri bertaraf etmek ve Hicaz’daki problemi çözmek
için kullanıldı. Vehhâbileri bertaraf etmek ümidiyle kendisine Temmuz
1807 yılında Mısır Beylerbeyiliği verildi.
Bu arada, Fransız ihtilâlinin milliyetçiliği tahrik etmesi sebebiyle
1806 yılında Sırplar ihtilâl çıkardılar. Bunda yeniçerilerin Hıristiyan
tebe’aya kötü muâmelesinin de etkisi vardı. Zaten Rumeli’de hâkim olan
da devlet değil, a’yân denilen zorbalar idi. Vidin’de Pazvandoğlu Osman
Ağa, Ruscuk’da Tirsiniklioğlu İsmail Ağa ve benzeri zorbalar büyük güç
kazanmışlardı. Bunların üzerine gönderilen ve kısa zamanda haklarından
da gelen Kadı Abdurrahman Paşa geri çekilince, hem halk rahatsız oldu
ve hem de Sırp İhtilâli azıttı. Avusturya bu ihtilâli kışkırtıyordu.
Ancak lider Kara Yorgi, 1804’de Ruslara yanaştı. Aralık 1806’da
Belgrad’ı ele geçirdi ve Rusya da, Kaynarca’daki hakkını kullanarak
Osmanlı Devleti’ne harp ilan etti. Bender, Hotin, Akkerman ve Kili
işgal edildi. Resmen Osmanlı-Rus Savaşı başladı. Silistre valisi
Alemdâr Mustafa Paşa, Rusları iki defa yenince, İngiltere Rusların
yanında savaşa girdi. Şubat 1807’de İngiliz donanması İstanbul önlerine
kadar geldiyse de, hemen geri döndü ve bu sefer Mısır’a yönelerek
İskenderiye’yi işgal etti (Mart 1807). Mehmed Ali Paşa İngilizleri
durdurdu. Diğer taraftan Rus cephesine gönderilmek istenen Nizâm-ı
Cedid askerlerini kapıkulu ocağı neferleri kabul etmiyordu. Düşman
vatanı işgal ederken, ordu birbirine girmişti. Ordu, devletin
başına
belâ olmuştu.
Önceleri Nizâm-ı Cedid’e
taraftar olan ve en azından ses çıkarmayan
âlimler, Nizâm-ı Cedid ricâlinin suiistimallerini ve ahlaksızlıklarını
görünce, aleyhe geçmeye başladılar. Kasım 1806’da Şeyhülislâm olan
İshak-zâde Mehmed Atâullah Efendi, âlimleri Nizâm-ı Cedid grubuna ve
hatta Padişah’a karşı tahrik etti. İş çığırından çıktı ve Padişah,
İslâma aykırı bazı fiilleri yapmakla (mesela ney üflemesi ve tanbur
çalması, kız kardeşlerinin ve hanımlarının Avrupâî bir hayat yaşamaya
başlamaları gibi) suçlandı. 25 Mayıs 1807’de Kastamonulu Kabakçı
Mustafa denilen bir neferi kendilerine reis tayin eden yeniçeri
yamakları, 19 yıl sürecek olan bir iç isyanı başlattılar. III. Selim
hâlim ve selim birisi olduğu için, kan dökmeğe değil taviz vermeğe
taraftardı. Bu sebeple 28 Mayıs 1807’de Nizâm-ı Cedid’i ilga etti ve
bir gün sonra da kendisi tahttan indirildi. Yerine Padişahın
amca-zâdesi olan IV. Mustafa tahta çıkarıldı.
KADIN EFENDİLERİ: 1-
Nef‘-i Zâr
Baş Kadın Efendi. 2- Hüsn-i Mâh Baş
Kadın Efendi. 3- Zîb-i Fer‘ İkinci Kadın Efendi. 4- Âfitâb Üçüncü Kadın
Efendi. 5- Re’fet Dördüncü Kadın Efendi. 6- Nûr-i Şems Kadın Efendi. 7-
Gonca-nigâr Kadın Efendi. 8- Dem-hoş Kadın Efendi. 9- Tab‘-ı Safâ
Üçüncü Kadın Efendi. 10- Ayn-ı Safâ Kadın Efendi. 11- Mahbûbe Kadın
Efendi. İKBALLERİ: 12- Meryem Hanımefendi. 13- Mihribân Hanımefendi.
14- Fatma Fer‘-i cihân Hanım Efendi. Çocukları olmadı .
|
|