"İçinizden bekâr olanları evlendirin"
mealindeki
âyeti bizim arkadaşlar "Evlenmeyi düşünenlere yol gösterecek bir yazı
yayınlayın" diye de tefsir ettikleri için, hayli zamandır
sıkıştırıyorlardı beni. Tarkan'dı, İkiz Kuleler'di derken, sonunda sıra
geldi bu konuya. Ve, evlilik hazırlığı yapan gençlerin çeyizinde
bulunsun diye tavsiyelerimi kaleme aldım. Yazdıklarım kişisel
fikirlerim sayılmaz; çoğu terapistin de katılacağı tavsiyelerdir bunlar.
Şanslı olduğunuzu da bilin. Bizim zamanımızda bu konularda pek
konuşulmaz, fikir verilmezdi. Evli-barklı, olgun-oturaklı abilerimiz
hep çok daha mühim mevzuları anlatır, bu konuya gelince susarlardı.
Dinî dergilerde de yer almazdı bu konular, gençlerin zihni
dağılmasın(!) diye. Öyle olunca da biz fısır fısır konuşurduk aramızda:
"Evlensek mi acaba? Nasıl biriyle evlensek?" "Hoşlandığım bir kız var
ama namaz kılmıyor, problem olur mu dersin?" "Büyüklerimin bulacağı bir
kızla evlensem mutlu olur muyum sence?"
Siz bu tür açmazlar yaşamazsınız umarım. Zamanımızda bu konular daha
rahat konuşuluyor zaten. Doğru karar vermenizde yazacaklarımın da biraz
faydası olursa ne mutlu bana.
EVLENMEK ŞART MI?
Kimse Robinson Crusoe değildir. O bile bir dost
bulduğunda
sevinçten zıplamıştı. Kendi başına da dünyanın en huzurlu insanı olan
ve hatta doğrudan Rabbine muhatap olabilen Peygamberimiz (a.s.m.) bile,
bazen eşine "Yâ Âişe, konuş benimle!" dermiş, kitaplarda böyle
nakledilir. Konuşmak, paylaşmak ve yardımlaşmak bu zorlu imtihan
dünyasına tek başına gelen insanın en büyük ihtiyacıdır belki de.
Bediüzzaman'ın ifadesiyle, "İnsanın en fazla ihtiyacını tatmin eden,
kalbine mukabil [karşılık] bir kalbin mevcut bulunmasıdır ki, her iki
taraf sevgilerini, aşklarını, şevklerini mübadele etsinler
[paylaşsınlar] ve lezaizde [güzel şeylerde] birbirine ortak, gam ve
kederli şeylerde de yekdiğerine muavin ve yardımcı olsunlar."
"Evet, bir işte mütehayyir [hayret veya
tereddüt içinde] kalan veya
birşeye dalarak tefekkür eden adam, velev zihnen olsun [hayalî bile
olsa], ister ki, birisi gelsin, kendisiyle o hayreti, o tefekkürü
paylaşsın."
"Kalplerin en latifi [duyarlısı], en
şefiki [şefkatlisi], 'kısm-ı sani'
[diğer yarım] ile tabir edilen kadın kalbidir."
Zaten evlilik, değil bu insanî ve ulvî ihtiyaçları, insanın en temel
ihtiyaçlarını- barınma, beslenme ve üreme- dahi karşılayan bir kurum
olduğu içindir ki, tartışmasız her asırda, her kültürde el üstünde
tutulmuş, şart gibi görülmüş, hatta kutsanmıştır. Gelin görün ki, en
fazla şikayet edilen kurumdur da aynı zamanda. Bir problemi olan,
işleri yolunda gitmeyen, gençliğindeki ideallerini yakalayamamış
kişiler, evliliğinden şikayet ederler genellikle. Sanki bekârlığında
çok mutluymuş gibi, sanki bekâr kalsa ideallerine ulaşacakmış gibi. Hem
evlenir, hem şikayet ederler; hem şikayet eder, hem de evlilikten
vazgeçmezler. Olan da bekâr gençlere olur. Kafalar karışır: "Evlenmesek
mi?"
Siz bakmayın onlara. Hatta bana da bakmayın siz, bazen ben de "Bekâr
bayan yarımdır, evlenince tam olur. Bekâr erkek yarımdır, evlenince
tamamen biter" gibi espriler yaparım ama, bal gibi biliyor, açıkça da
görüyorum ki; bekârlık yıllarımda hedefsiz ve sonuçsuz bir koşturmaca
hâlinde geçen hayatım, evlenince, bir tezgahın başına oturup üretime
başlamak gibi bir değişim geçirdi ve maddî, manevî, sosyal sahalarda
bugüne dek ne ürettiysem, hep evlendikten sonra oldu. (Eşime buradan
teşekkürler!) Eski resimleri karıştırdığımda zaman zaman kendi kendine
konuşan, yalnızlık sebebiyle arada kasvete dalan o genci görüp bugünkü
hâlime şükrediyorum.
Geçenlerde Ulusal Psikiyatri Kongresi'ne katılmıştım. Epeydir
görmediğim birçok meslektaşım ve dostumla görüştüm. Son katıldığım
kongreden bu yana peşpeşe iki çocuğum daha olduğu için benimle sohbet
eden arkadaşların konuşmaları evlilik, çoluk-çocuk gibi konulara
yöneldi genellikle. Benim de dikkatim bu konuya çevrildi tabiî. Kim
evlenmiş, kim bekâr kalmış, kim boşanmış, kimin kaç çocuğu var? Dikkat
ettim, kim ki evlenip yuva kurmuş; daha huzurlu, daha verimli,
hedeflerini gerçekleştirmiş. "Nasılsın?" diye sorunca gevrek gevrek
gülerek "İyii" diyor. Kim ki düzenli bir aile hayatı kuramamış;
huzursuz, şaşkın, meslekî yönden de verimsiz, başıboş dolanıyor. "Yaa,
bildiğin gibi işte, birşey yok, ne olsun?"
O yüzden Bediüzzaman'ın "Bekârlık, bikârların kârıdır" sözüne aynen
katılıyorum. Bekârlık, bu hayatta kazancı olmayanların işidir yani.
Üstelik onun, az önce yazdığım espriden çok daha hakikatli bir sözü
daha var ki; "Bekâr erkek üçte iki erkek, üçte bir çocuktur. Bekâr
kadın üçte iki kadın, üçte bir erkektir." Yani erkeklerin haylazlıktan
kurtulup olgunlaşmaları, bayanların ise kişiliklerini oturtmaları için
evlenmeleri lâzımdır.
Peki, evleneceğiniz kişiyi nasıl seçeceksiniz?
ÖNCE NE
İSTEDİĞİNİZİ BELİRLEYİN
"Ne iş olsa yaparım abi" diyen birinin, iyi ve uygun bir iş bulması çok
zordur malûm. Hatta iş bulması bile zordur. Oysa kişi ne istediğini
belirlese, aradığını bilmenin rahatlığı ile çok daha kolayca bulabilir.
Evlilik için de böyledir bu. Nasıl biriyle evleneceğine karar vermek,
işin yarısını halletmek demektir. Ama bunun için de tabiî önce kendi
kişiliğinizi, yönelimlerinizi ve ihtiyaçlarınızı belirlemeniz gerekir.
Yani kendinizi tanımanız lâzımdır önce.
İkili ilişkilerde, aile hayatında sizin için önemli olan nedir? Huzur
mu, paylaşım mı, destek mi, heyecan mı, ya da güven mi?
Vazgeçemeyeceğiniz öncelikler hangileridir, kesinlikle kabul
etmeyeceğiniz şeyler nelerdir? Bunların adını doğru koymanız gerekir.
En az on cümleyle ihtiyaçlarınızı, beklentilerinizi, şartlarınızı
sıralayın; elinizde ve aklınızda bulunsun.
Tabiî, bu istekleri sıralarken, abartmayın da lütfen.
Adam arkadaşına sormuş:
- Evlenmiyor musun?
- Şartlarımı tutarsa olur.
- Ne istiyorsun ki?
- Güzel olsun, akıllı olsun, dindar olsun, zengin olsun, kültürlü
olsun,
şefkatli olsun, ciddi olsun, itaatli olsun, bir de esprili olsun.
- Ama abi, demiş öteki, birden fazla evlilik yasak artık!
Fıkra, önerimi unutturmasın ama. Ne
istediğinizi belirlemelisiniz
mutlaka. On cümle lütfen.
|
İDEAL
BİRLİĞİ ŞART, AMA YETMEZ
Hayat arkadaşını seçerken en çok dikkat edilmesi gereken noktaların
başında ideal birliği gelir. Hayatı beraber yaşayacağınız kişinin
hayatı ne gözle gördüğü, hedefinin ne olduğu ve değer yargıları, en çok
üzerinde durulması gereken konudur.
Hayat, keyif peşinde, rahat içinde mi yaşanacak, yoksa idealler
peşinde, gereğinde fedakârlıkla mı? Kazanılan para ile daha iyi yaşamak
mı hedeflenecek, yoksa o kazanç olabildiğince hayır yollarına mı sarf
edilecek? Çocuk sahibi olunduğunda, çocuk hangi prensiplere göre
büyütülecek, ona nasıl bir eğitim verilecek? Sosyal hayatta kimlerle
nasıl bir diyalog kurulacak? Bu gibi temel tercihlerde uyum, iyi bir
evlilik için olmazsa olmaz şarttır.
Sizin hayatınızı bile uğruna feda edebileceğiniz ideallerinizi eşiniz
yarım kulakla dinliyorsa, her satırını didik didik okuyup yaşamaya
çalıştığınız kitaplarınızı eşiniz dinlerken uyukluyorsa, siz teheccüde
bile kalkarken eşiniz yatsıyı bile kılmadan yatıyorsa, bırakın sevgiyi,
saygı bile kalmaz ki aranızda.
İlginç bir araştırma okumuştum. "Evlilikte mutluluğun şartları
nelerdir?" sorusuna her iki cinsin en çok verdiği üç cevaptan birisi,
hatta birincisi 'inanç ve ideal birliği' idi. (Diğerleri de sevgi ve
cinsel uyum imiş.) O yüzden evlenmeyi düşündüğünüz kişide ilk
bakacağınız nokta, aynı idealleri paylaşıp paylaşmadığınızdır. Yani
size sizin yolunuzda 'yoldaş' da olabilmelidir eşiniz.
"Şimdilik istediğim gibi değil, ama ileride düzelir" diye de kendinizi
kandırmayın. Âyetin verdiği dersi hatırlayın: "Sen sevdiğine hidayet
edemezsin, ancak Allah dilediğine hidayet eder." Değişeceğine dair
garantiniz var mı? Ya da o, garanti verebiliyor mu? Yoksa siz kumar
meraklısı mısınız? Veya tehlikeyi çok mu seviyorsunuz?
Ancak fikir uyumu önemli derken de ölçüyü kaçırmayalım. En önemli
noktadır bu, ama tek önemli nokta değildir. Gereklidir, ama yeterli
değildir. Bu noktada özellikle bir fikir grubu içinde olan ve idealleri
yolunda yaşayan kişilerin çokça düştüğü bir hata vardır: iyisine
kötüsüne bakmadan, sırf aynı fikirleri paylaştığı için uyumsuz biriyle
evlenmek. "Zaten benim fikrimde olan az; ideallerimi paylaşan birisini
bulursam, huyuna suyuna bakmaz evlenirim" diyenler çoktur. Ama
unutmayalım ki, meselâ Hz. Zeyd ile Hz. Zeyneb de aynı yola baş
koymuşlardı. Fakat bu mutlu bir beraberlik kurmalarına yetmedi.
Zaten düşünürsek, aynı ideali bile farklı insanlar farklı biçimlerde
yaşamaz mı? En basit bir örnekle, evde oturup kitap okumak, yazı yazmak
da bir ideale hizmet biçimidir; sürekli gezip sohbetlere, faaliyetlere
katılmak da. Ama arada dağlar kadar fark vardır. Sadece fikir birliğini
önemseyip kişilik uyumunu yok saymak gibi bir hataya düşmeyiniz lütfen.
Fikirleri size uyanlar içinde huyu da size uyan birini mutlaka
bulursunuz.
SEVGİ
GEREKLİ,
AŞK RİSKLİDİR
Neredeyse klasik bir münazara konusudur: Evlilikte aşk lâzım mı, değil
mi? Beylik bir cevap olarak herkes "Tabiî ki lâzım" der. Oysa bence
sevgi şarttır, ama aşk şart değil, hatta risklidir bile. Hemen itiraz
etmeyin, önce isimlendirmeyi doğru yapalım. Kullandığım mânâda sevgi,
karşısındakine ihtiyacını hissetmek, onunla beraber olmaktan mutluluk
duymak, onun eksiklerini de hoşgörmektir. Aşk ise ona muhtaç olmak,
onsuz olamamak, eksiklerini ise görmemektir. Böyle bir aşk, aslında
sağlıksız (gözü kör de denir) bir ruh hâli değil midir? Peki sağlıksız
bir duyguyla sağlıklı bir beraberlik nasıl kurulur? Depresyon
tedavisinde kullanılan bazı ilaçların abartılı aşk duygularını da
azalttığını biliyor muydunuz? Saplantı düzeyindeki aşk, bir hastalık
bile sayılabilir aslında.
Ama modern çağın klişelerinin dayatmasıyla, çoğu gençler aşk evliliğini
en büyük hayalleri olarak kabul ederler. Bu kişilerin çoğu, aşık
olduklarında karşılarındaki kişinin eksiklerini, uyumsuz yönlerini
görmez, o coşkulu duygunun esiri olup mantığı tamamen bir kenara atarak
yanlış evlilikler yaparlar. Aşık olmuş birisi için karşısındaki,
dünyanın en mükemmel kişisidir, kusursuzdur, onun için yaratılmıştır, o
olmazsa hayat boyu mutsuz kalacaktır. Oysa aşk bir duygu ve duygular da
geçici olduğu için bir süre sonra aşk küllenmeye başladığında, önceleri
görülmeyen yanlışlar göze batmaya başlar. Coşkuyla başlayan ilişki
hüsranla biter çoğunlukla.
Aslına bakarsanız, aşık olan için bu denli riskler taşıyan bu duygu,
aşık olunan kişi için bile çok rahatsız edicidir. Düşünün; siz
öylesine, gelişigüzel bir söz söylüyorsunuz ("İnecek var şoför bey!"),
aşığınız "Ne hoş bir cümle kurdun" diyor. Siz sıradan gündelik bir
davranışınızı yapıyorsunuz, o "Ne güzel içiyorsun çorbayı!" diyor.
Böyle olduğundan büyük görülmek insanı rahatsız etmez mi sizce?
İlişkinin doğallığını, davranışların içtenliğini öldürmez mi?
Zaten o yüzden değil midir ki, çılgınca aşık olunanlar genellikle
aşıklarına karşılık vermez, acı çektirir? "Delice sevdim, ömrümü
verdim" diye başlayan şarkılar, "O beni sevmedi, kalbini vermedi" diye
devam etmez mi hep? Tesadüf değildir bu. Aklı başında hiç kimse,
olduğundan büyük görülmek, hak ettiğinden fazla ilgi ve sevgi görmekten
mutlu olmaz- kısa süreli bir zevk dışında.
Üstelik bu tip gerçekçi olmayan sevgiler, abartılı hayranlıklar,
yöneldiği kişinin zihnine "Ben onun zannettiği gibi mükemmel değilim.
Öyle olmadığımı fark ettiğinde ne olacak?" tedirginliğini kazır. Böyle
seven, sevdiğini zorlu bir cendereye sıkıştırmıştır aslında. Ve göğe
çıkaranlar, hayallerinin gerçek olmadığını görünce ortada bir yerde
kalamaz, bu kez de yerin dibine batırırlar sevdikleri(!) kişiyi. Büyük
beklentiler büyük hayal kırıklıklarını hazırlar.
Siz siz olun, eğer karşınızdaki size olduğunuzdan daha fazla kıymet
veriyorsa, sizi olduğunuzdan mükemmel görüyorsa, size sırılsıklam
aşıksa, uzaklaşın ondan.
Dozunca seven, hatalarınızı da gören, ama iyi yönlerinizin hatırına
onları affeden, sizden abartılı şeyler beklemeyen, zorlamayan,
destekleyen bir sevgi çok daha güzel değil mi?
TEK BAŞINA
DA MUTLU
MUSUNUZ?
Meşhur atasözüdür: İki çıplak bir hamama yaraşır. Yani, iki mutsuz
birleşince mutlu olmaz. Tek başına mutluluğu bulamamışsanız, ancak bir
başkasına dayanarak mutlu olacaksanız, olmayın daha iyi. Zaten
olamazsınız. Üstelik bu dayanma tarzı, o hapşırınca sizin nezle
olmanıza yol açacak, fazla dayandığınızda da omuzu ağrıyacaktır.
O yüzden, ilk anda size ters gelecek belki ama, eğer bekârken de mutlu,
kendi içinde uyumlu bir insansanız, evlenince daha da mutlu olursunuz
muhtemelen. Yok eğer bekârlığınız sıkıntılı, problemli, huzursuz
geçiyorsa evlenince mutlu olma hülyası kurmanız gerçekçi olmaz. Kendi
içinizde bir toparlanma yaşamalısınız evliliği düşünmeden önce.
Unutmayın, iyi bir evlilik kötü bir hayatı düzeltmez, ancak düzelmiş
bir hayatta iyi bir evlilik yapılır.
Bu sözlerimle bazılarının tatlı hayallerini bozuyor olabilirim ama, tüm
sıkıntılarının evlenince mucizevî biçimde geçeceğini sanmak maalesef
çok düşülen büyük bir yanılgıdır. Evliliğe bu kadar fazla anlam
yüklemek de hem mantıksızdır, hem de riskli. Karşınızdaki de sizin gibi
bir insandır; beyaz atlı prens değil.
Bu aldatıcı beklentinin uzun vadede en çok görülen sonucu ise (başlarda
da dediğimiz gibi) evlilik de mutluluk getirmezse eşini suçlamaktır bu
kez. Şu diyalogu o kadar çok yaşadım ki bugüne kadar:
- Çok sıkıntılı ve mutsuzum doktor bey.
- Sebep nedir sizce?
- Eşim. Evlendiğimden beri bana destek olmuyor hiç.
- Bekârken çok mu mutluydunuz?
- Eeee, sorunlarım vardı tabiî. Gençliğimde de tedavi görmüştüm aslında.
Bu gibi kişiler- hayal ve masalların da etkisiyle- evlenince tüm
sorunlarının aniden biteceğini bekledikleri için, aynen devam eden
sıkıntılar ciddi bir hayal kırıklığını ve öfkeyi de beraberinde getirir
maalesef. Oysa, eğer biz değişmezsek, yarın bugünden farklı
olmayacaktır. Nikahta sadece keramet vardır; mucize değil.
O yüzden, önce siz tek başına da mutlu olmayı öğrenin, sonra evlenin.
Mutluluk paylaşıldıkça artar.
KONUŞABİLMEK
LÂZIM
Evlilik anlaşmaktır. İnsanlar da konuşa konuşa anlaşırlar, malum.
Beğendiğiniz kişi dış görünüşüyle, huyuyla, yaşama biçimiyle size çok
uyuyor ama konuşmaya başladığınızda bir kopukluk oluyorsa dikkat!
Dozunda olunca tartışmak bile güzeldir, ama konuşamamak bir felakettir.
Onunla konuştuğunuzda zihniniz açılıyor, 1+1=3 ediyorsa bu çok güzel.
Eğer fazla olumlu bir katkı almıyor ama meramınızı anlatıp onu da
anlayabiliyorsanız 1+1=2 ediyor demektir ki, idare eder. Ama- ne kadar
seviyorsanız sevin- onunla konuşurken kendinizi anlatamıyor, onun da ne
demek istediğini kavramakta zorlanıyorsanız, yani 1+1, 2 bile etmiyorsa
işiniz zor. Hayat boyu mimiklerle anlaşamazsınız çünkü. Onunla
konuşamazsanız ya kendi kendinize konuşmaya başlarsınız ya da
başkalarıyla. İkisi de risklidir.
"Mutlaka evlenin. Anlaşırsanız mutlu olursunuz, anlaşamazsanız filozof"
diyenlere de katılmıyorum. Size muhatap olabilen, zihninizi açan,
fikrinizi zenginleştiren biriyle evlenirseniz filozof değil evliya bile
olabilirsiniz.
FLÖRT NE
İŞE
YARAR?
Konuşma deyince akla beraber çıkma ve flört de geliyor. İnsanların
birbirlerini tanımak istemeleri çok normal tabiî. Ama flört dönemi,
gerçek beraberliği aksettirmez çoğu zaman. Eğer flört, gerçek hayatın
aynısı olarak yaşanabilse, belki evliliğin nasıl gideceğine dair
ipuçları verebilir, ama bunun da başka bedelleri vardır malûm.
Bildiğimiz anlamdaki flört, yani arada sırada görüşüp gezmek, sohbet
etmek ise, aslında gerçek hayatta olunandan farklı bir kişiliğin
sergilendiği bir dönemdir.
Örneğin kişi günün yirmi üç saati tek başına, sessiz ve sakin bir hayat
sürüyor, biriken sohbet ve gezme ihtiyacını günde bir saatlik
buluşmalara saklıyorsa, o bir saatte çok konuşkan, canlı, eğlendirici
biri gibi davranabilir. Ve çıktığı kişi de canlı, atak, sosyal
insanlardan hoşlanıyorsa onun gözüne hoş görünebilir. Ama iş evliliğe
gelince, o hareketli görünen kişinin günde ancak bir saat gezmeye ve
sohbete tahammül edebildiği, aslında çok durgun ve sakin bir hayatı
sevdiği açığa çıkar ve sürtüşmeler başlar tabiî.
Ben üç-dört yıl flört edip birbiriyle çok iyi anlaşan, ama evlenince
birkaç ayda hayal kırıklığı yaşayan nice insanlar gördüm. Evlilik
hayatı başlayınca "Reklamları izlediniz, şimdi haberler" anonsu
yapılmış gibi olur.
"Peki, flört bile olmadan evlenilecek kişi nasıl seçilebilir?"
diyebilirsiniz. Aslına bakarsanız bir insanın, karşısındaki kişiyi
tanıması o kadar da uzun bir zaman gerektirmez. Yapılan araştırmalar
özellikle bayanların, karşılaştıkları kişiyi ilk üç dakika içinde
değerlendirip kategorize edebildiğini göstermiştir. Dikkatli bir insan
için yüz hatları, mimikler, ses tonu, konuşma biçimi, hatta kullanılan
kelimeler bile kişiliğe dair önemli işaretler taşır. Ve özellikle
hanımlar bu tip işaretleri çok iyi değerlendirirler.
Meselâ karşınızdaki kişiye "Hava bu gün ne güzel, değil mi?" diye
sordunuz diyelim. Hepsi de ayrı bir kişilik yapısına işaret eden çeşit
çeşit cevaplar alabilirsiniz.
- Gerçekten harika bir hava var, insanın içi coşkuyla doluyor. (Canlı,
iyimser.)
- Böyle havaları çok mu seversin? (Karşısındakiyle ilgilenen.)
- Hı hı. (Kontrollü ve ketum.)
- Haklısın, çok güzel, değil mi? (Uyumlu, paylaşımcı.)
- Esas üç gün önce çok daha güzeldi. (Geçmişte yaşayan.)
- Yaa, bu güzel havada eve tıkıldık işte. (Şikayetçi, karamsar.)
Bakın, bir tek cümleden ne kadar çok ipucu çıkartabiliyorsunuz. Yeter
ki ona iyi bakın, dikkatli dinleyin ve ipuçlarını değerlendirin.
Böylece yakışıklı prensi bulmak için yüzlerce kurbağayı öpmeniz
gerekmez.
ONU
İYİ
TANIYIN
Yukarıdaki konunun devamı olmakla beraber ayrı bir paragraf olmayı hak
eden bir önemi vardır bu bahsin. Bir insanın karşısındakini iyi
tanıyabilmesi için bile, önce kendi sıkıntı ve saplantılarından
arınması gerekir. Şimdi onu bir düşünün. Nasıl bir insan olduğunu tarif
edebilir misiniz? Eğer onun kişiliğini en az on cümle ile tarif
edemiyorsanız, onu tanımıyorsunuz demektir. (Ayrıca bu on cümleyi başta
hazırladığınız tarifle kıyaslayacağınızı da anladınız tabiî.)
Eğer onu tam olarak tanımadığınız halde ondan çok hoşlanıyorsanız, bu
sizin farketmediğiniz bir kompleksinizle ilgili olabilir, dikkat edin!
Ne demek istediğimi bir örnekle anlatayım:
Faraza, diyelim ki, siz maddî sıkıntı yaşıyorsunuz. Fena halde
zorlanıyorsunuz. Acilen borç para bulmanız lâzım. Ve bu arada bir
yazarla tanıştınız. Çok ilginç fikirleri var. Size son çıkan kitabını
anlatıyor. Ama siz onun fikirlerini dinlemiyorsunuz bile. Neden? Çünkü
aklınız para probleminizde. Bu haldeyken onu ancak şöyle dinlersiniz:
"Acaba kitabı iyi sattı mı? Parası var mı? Bana borç verir mi?"
Anlattığı fikirleri dinlemezsiniz bile. Sonuçta sizin acil ihtiyacınız,
meşgul olduğunuz probleminiz, onu tanımanızı engeller- saatlerce
konuşsanız bile.
Aynen bunun gibi; diyelim ki sizin beğenilme, önemsenme konusunda bir
kompleksiniz var. İnsanların size hak ettiğiniz ilgiyi göstermediğini
düşünüyorsunuz. Bu durumda yalancı ve ahlâksız biri bile size aşırı
ilgi gösterse, peşinizden koşsa, sizi göğe çıkarsa, sizi elde etmesi
kolaydır. Siz uğraştığınız tek konuda derdinize deva olacağını
düşündüğünüz bu kişinin, aslında kolayca fark edilebilecek bir yığın
yanlışını fark etmezsiniz. Sonra da "Evlenmeden önce anlayamamıştım
onun böyle biri olduğunu" diye şikayet edersiniz. "Küçücük çocuklar
bile karşılarındaki insanın huyunu-suyunu hissedebilirken, siz nasıl
oldu da onun bu yönlerini görmediniz?" diye sorulduğunda da
"Bilemiyorum, fark etmemişim" dersiniz. Aslında cevap açıktır: O
yönlerine hiç bakmadınız ki... Sizin ilgilendiğiniz tek bir konu vardı.
Saplantınız yani.
O yüzden "Önce kendi saplantılarınızı bulup çözmeniz lâzım, doğru seçim
yapabilmek için" diyorum. Ve sonra da duru bir gözle karşınızdakine
bakıp onu tanımaya, anlamaya çalışmanız. Eğer karşınızdakinin
huyunu-suyunu doğru düzgün tarif edemiyor, size sorulan "şu şu yönleri
nasıl?" sorularına cevap bulamıyorsanız, tekrar bir değerlendirme
yapmanız gerekiyor demektir. Bu değerlendirmeyi güvendiğiniz kişilerle
beraber yapmanızda da fayda var bence.
BİRKAÇ
BİLENE
DANIŞIN
Evleneceğiniz kişiyi tabiî ki kendiniz seçeceksiniz, ama fikrine
güvendiğiniz kişilere danışmanızın da çok faydasını göreceksiniz. Hele
aşık iseniz (yukarıda değindiğimiz gibi), tarafsız yorum
yapamayacağınız için olaya üçüncü bir gözle bakan tecrübeli kişilerin
yorumlarını da alın mutlaka. Sizi denk ve uyumlu bir çift olarak
görüyorlar mı? Tecrübe, sandığınızdan (ve benim de gençliğimde
sandığımdan) çok daha önemlidir.
Ancak burada da abartıya kaçmamalı, mutlaka son kararı siz
vermelisiniz. Hata yapma korkusu veya kararsızlık sebebiyle evleneceği
kişiyi anne-babasına veya büyüklerine seçtirenlerin şikayete hakkı
olmayacaktır ileride. Sizin yerinize seçim yapacakların da saplantıları
olmadığı ne malûm?
Hep söylerim, hayli bağımlı bir toplum olduğumuz ve ilişkilerimizde
özerkliğe pek yer vermediğimiz için, iki uç arasında salınıp duruyoruz
maalesef. Bir yanda gençlerin kararlarını onların yerine almak,
başkalarının hayatını yönetmeye çalışmak, çocuğunu vesayete muhtaç bir
aciz gibi görmek yanlışına düşen aileler, büyükler olduğu için; diğer
yanda ya boyun eğmiş, sorumluluğunu üstlenmekten korkan ve her işini
başkasının aklıyla yapan gençler yer alıyor ya da bu baskıyı reddedip
ipleri tümden koparan, tamamen kendi başına davranıp kimseye danışmayan
isyankârlar. Orta noktayı bulmak çok mu zor sizce?
Burada özellikle sevdiği kişiyle evlenmesine ailesi izin vermeyen (ya
da sevmediği biriyle evlenmesi istenen) gençlere de seslenmek isterim.
Aileniz eğer bu dayatmayı bazı saplantıları doğrultusunda yapıyorsa,
bununla onları (usulünce) yüzleştirmeyi deneyin. "Anne, sen
mutsuzluğunu maddî sıkıntına bağladığın için benim illa ki o zengin
çocukla evlenmemi istiyorsun; ama senin esas problemin para değil,
babamın seni sevmediğini sanıyorsun. Zaten bak, filanca da zengin, ama
hiç de mutlu değil" gibi.
Eğer siz kendi tercihinizin sizi mutlu edeceğini yeterince ve mantıklı
biçimde açıklarsanız neden kabul etmesinler ki? Kim çocuğunun mutsuz
olmasını ister? Ha, eğer "Düşünce biçimleri yanlış, kuşak farkı var,
anlamıyorlar" diyorsanız, yeterince konuşmuyorsunuz demektir. Onlar da
sizin gibi genç oldular vaktiyle, siz meramınızı doğru anlatırsanız
mutlaka anlayacaklardır.
Bu konu üzerinde çok durmamın sebebi, mutlu bir yuva kuracağım diye
arkanızda harabeler bırakmanızı istemeyişimdir. O harabe görüntüleri
sizin hayalinizde hep yaşar, ne kadar iyi bir evlilik yapsanız da.
Sizin iyiliğiniz için söylüyorum yani, aileniz için değil.
ONUN
AİLESİ NASIL PEKİ?
"Anasına bak kızını al" sözü boşuna söylenmemiştir. Hele hele yapı
olarak ailesine daha düşkün ve bağlı olan kızların, ailelerinin tarz ve
kişiliğinden çok farklı olmaları hayli nadirdir. O yüzden özellikle bir
erkeğin, evleneceği kızın ailesini iyi tanıması gerekir. Erkeklerin ise
ailelerinden biraz uzağa düşebileceklerini de eklememiz lâzım, her ne
kadar "Armut dibine düşer" ise de.
Aileyi incelerken kişinin anne-babasıyla ilişkilerine de çok dikkat
etmek gerekir. Zira psikolojik bir gerçektir ki, kız çocuğunun
babasıyla, erkeğin de annesiyle ilişkisi, evlendiğinde de sürdüreceği
bir iletişim tarzının temelini atar. Babasıyla mesafeli büyümüş bir
kız, eşiyle de mesafeli olacaktır muhtemelen. Annesinin şefkatli ev
kadını kimliğini benimsemiş bir erkek, çalışan ya da sosyal yönü
kuvvetli bir kadına (sebebini bilemediği halde) tahammül edemez. Babası
kendisine aşırı düşkün bir kızın, eşinden de yüceltilme beklemesi veya
annesi baskın bir erkeğin pasif bir bayanla mutlu olamaması gibi
örnekler de verebiliriz.
Tabii "Ailesine bakın" derken aileler arasında uyumu da değerlendirmek
lâzım. Eşler birbiriyle ne denli uyumlu olursa olsun, ailelerle veya
aileler arasında yaşanan sürtüşmeler en azından tatsızlık sebebi
olacağından, bu konuda da denklik aramakta fayda vardır. "Ailelerimiz
anlaşabilir mi? Ben onun ailesiyle uyuşabilir miyim" diye de
sorulmalıdır yani.
DOĞRU
ZAMANLAMA
Yanlış zamanda yanlış karar verilir. Eğer bir bunalım dönemi
yaşıyorsanız kesinlikle hayatınızı bağlayacak önemli bir karar
vermeyin. Zira denize düşen yılana sarılır. Biz, depresyon gibi
sıkıntılı dönemlerdeki hastalarımızı mutlaka uyarırız: "Şu an sağlıklı
değerlendirme yapamayabilirsiniz. Kendinizi toparlayana kadar önemli
bir karar almayın." Öylesi bunalım dönemlerinde öncelikler değişir
çünkü ve sağlıklı düşünmek pek mümkün olmaz.
Depresyonda iken yaşadığı keyifsizliğin etkisiyle çok hareketli, neşeli
birisine aşık olup evlenen bir hastam, düzeldiğinde "Ben bu havai,
boşboğaz insanla nasıl yaşarım?" demeye başlamıştı. Evdeki
huzursuzluktan kurtulmak için ilk çıkan kısmete evet diyen kızlarımızın
çok yanlış seçimler yaptıkları ve daha büyük sıkıntılara düştükleri de
yine çok gördüğüm bir örnektir. Yağmurdan kaçan doluya tutulur
genellikle.
KAÇ YAŞINDA
EVLENMELİ?
Zaman deyince, uygun evlenme yaşı da çok önemli bir konudur. Cinslere
göre konuşursak, erkek, yapı olarak daha geç olgunlaşır. Bu, fizyolojik
olarak da bilinen bir gerçektir. Bunu bazı şovenist erkekler "Erkek
olmak zor bir iştir" diye yorumlarlar. Şaka bir yana, erkeğin evlilik
sorumluluğunu üstlenecek kıvama gelmesi yirmibeş yaşından önce zordur
gerçekten de. Hele bizim gibi bağımlı özellikleri olan, gençlerin bile
çocuk muamelesi gördüğü bir toplumda, bu yaşı otuza bile taşıyabiliriz.
Ancak geç evlenmenin erkekler için bazı hatalara düşme riskini
arttırdığını da unutmamak lâzım.
Bayanlar ise çok daha erken dönemlerden itibaren evlilik ve anneliğe
hazır gibidirler. Dolayısıyla günümüzde genel kabul gören ortalama olan
yirmi yaş civarı mantıklı sayılır. Tabii bu yaşı eğitim vb sebeplerle
biraz ileriye almak da mümkündür, ama kişilik fazla kemikleşmeden
evlenmekte de fayda vardır bayanlar için. Zira evlilik bir ölçüde
elastik olmayı, uzlaşabilmeyi, gereğinde taviz verebilmeyi gerektirir.
Yaş fazla ilerlemiş, yaşama tarzı oturmuş ise, karşısındakine uyum
sağlamak güçleşecektir.
"Bunca yıllık huyumu değiştiremem ki!"
İdeal olanı, erkeğin sorumluluk üstlenecek, gerektiğinde eşine yol
gösterecek bir olgunluğa eriştiği yirmibeş-otuz yaşlarında, bayanın da
kendini ve hayatı tanıyıp fazla da kişiliği kemikleşmeden yirmi
yaşlarında yapacağı evliliktir. Arada beş-on yaş fark olması da tavsiye
edilir zaten; özellikle ileriki yıllar açısından.
DÖRT
DÖRTLÜK
OLMALI MI?
Yukarıda anlattıklarımız iyi bir evlilik yapabilmek için dikkate
alınması gereken (bazı) faktörlerdir. Bu saydıklarımızın hepsinden tam
not almak zorunda değilsiniz elbette ama, hepsini dikkate almanız sizin
yararınızadır. Bu dünya cennet olmadığına göre ve birçok peygamber bile
evliliğinde sorunlar yaşadığına göre, mükemmel, kusursuz bir uyum
arzulamak fazla iyimserliktir tabiî ki. Evlenmek için illa da karşınıza
dört dörtlük birisinin, bir masal kahramanının çıkmasını beklemeyin.
"Onun bu'su eksik, bunun şu'su fazla" derken sonunda eli böğründe kalıp
hiç olmayacak biriyle evlenenler çoktur.
Dört dörtlük uyum deyince şu soruyu sorasım geldi: "Dünyanın bir
yerinde aynı sizin gibi, fiziğiyle, huyuyla tıpatıp size benzeyen
birisi var" desem inanır mısınız? İnanmazsınız tabiî. Çünkü insanlar,
hiçbiri diğerinin aynı olmayacak bir çeşitlilikle yaratılmışlardır. En
benzer dediğimiz kişilerin bile, biraz dikkat ettiğimizde pek çok
farklılıklarının olduğunu görürüz. Peki o zaman şu soruyu sorayım:
"Dünyanın bir yerinde tıpatıp sizin hayalinize uyan birisi var" desem
inanacak mısınız? Buna da inanmayın. Hayaller, idealler, yıldızlar
gibidir. Onlarla yolumuzu buluruz ama, onlara ulaşamayız. Onların
gerçekleşme yeri başka diyardır. Bu dünyada bulabildiğiyle yetinmek de
bir fazilettir.
İsterseniz formüle edelim: Dört dörtlük beklemeyin, dörtte ikiye de
razı olmayın; dörtte üçü hedefleyin.
SÖZLEŞME
YAPIN
Eğer tüm bu muhasebeler sonunda evlenme kararı alınmışsa, bu kararın
şartlarını kağıda dökmenizi tavsiye ederim. (Sadece ben değil, tüm
evlilik terapistleri tavsiye eder bunu.) Evlilikte uyulacak kurallar,
hangi konularda kimin nasıl bir fedakârlık yapacağı, kimin neyden
sorumlu olacağı, hatta hangi şehirde yaşanacağı gibi konuların bile
yazılı anlaşma hâline getirilmesinde fayda vardır. Böylece evlilik
sırasında olabilecek sürtüşmelerde "Benim dediğim mi olacak, senin
dediğin mi?" tartışmaları yaşamazsınız. "Burada yazdıklarımız olacak.
Ne söz vermiştik? Bak, altında imzamız bile var."
Ama bunun faydası sadece evlilik süresince çıkan problemlerin çözümüne
yardım da değildir. Bence esas, çıkabilecek problemleri önceden görmeye
ve belki de kötü bir evliliği engellemeye veya baştan düzeltmeye yarar;
doğru karar vermeyi kolaylaştırır. O heyecanlı dönemin coşkusu içinde
size önemsiz gibi gelen ve "anlaşarak hallederiz, bir yolunu buluruz"
denilen nice gizli uyumsuzluk bu esnada açığa çıkabilir.
Meselâ ailelerle ilişkinin düzeyi, edinilecek malların nasıl
kullanılacağı, çocuk bakım ve eğitiminde eşlerin payları, özel ilgilere
ne kadar zaman ayrılacağı, hatta televizyonda ne seyredileceğine kadar
yazın bakalım. Hiç tahmin etmediğiniz kaytarmalar, itirazlar olabilir.
Olmuyor mu? Hemen evlenin o zaman. Allah bir yastıkta kocatsın.
Dr. Yusuf Karaçay
Sorularla
İslamiyet
|