Anladık
Ramazan
başlamış!
Ramazan hilali
görülmeyince
oruç tutmanın caiz olmayacağını bilen bir tiryaki, hilali
görmemek için evinin pencerelerini kapayıp perdeleri de
sımsıkı örter: geceleri mahalle kahvesine giderken de başını
önüne eğermiş, nasılsa bir su birikintisi içinde
hilalin aksini görünce ürkerek şöyle demiş:
- Hey mübarek! Gözüme mi gireceksin, anladık işte
ramazan başlamış!..
Bir
gün fazla tutmuş
Adama
sormuşlar :
-Kaç gün oruç tuttun?
-Hastalığım nedeniyle, ancak bir gün tutabildim! demiş.
Aynı soru, orada bulunan Bektaşi’ye sorulunca, hiç istifini
bozmadan yanıt vermiş :
-Bu arkadaş benden bir gün fazla tutmuş!
Bir
eşek bir
öküz
İki
softa,
ramazanda bedava yiyip içeriz diye bir Bektaşi köyüne
misafir olurlar. Hoşbeşten sonra, içlerinden biri tuvalete
gider. Bektaşi, bu softaları kontrol etmek için odada kalana
sorar:
- Senin
arkadaşın nasıl bir adam? Bilgisi var mı, yok mu?"
O da
kendini üstün göstermek için
-Bırak
şunu, eşeğin tekidir", cevabını verir.
Biraz
sonra
öteki softaya da aynı soruyu sorar:
– Senin
arkadaşın nasıl bir adam? Bilgisi var mı, yok mu?
Bu
softa da
öteki gibi
"Bırak şunu, öküzden
farkı
yoktur", cevabını
verir.
Akşam olunca iftar
sofrası kurulur.
Fakat tepsinin üzerinde
arpa ile samandan başka bir şey göremeyen softalar hayretle
sorarlar:
–
Bunlar ne
erenler?
Bektaşi
gülerek cevap verir:
–
Biriniz
eşek, ötekiniz öküz. Sizin için bunlardan daha
iyi azık olur mu?"
Bizi de
yedirirsin!
Eskiden toplu ramazan yemeklerinde, iftar ziyaretlerinden artan
yemekleri, yemek masasına hizmet eden
çocuklar yermiş..
Yani artan yemekler onların hakkı imiş.
Bir
iftar
yemeğinde çorba
içildikten sonra hoca cemaata:
-
Çorbayı arttırmayın israf haramdır. Yemeği bitirmek
sünnettir, der.
Böylece
çorba tamamen biter.
Sıra
sebze
yemeğine gelir, hoca yine :
-Arttırmayın
sünnettir” der yemek biter.
Sıra
pilava
gelir, tatlıya gelir.
Hoca:
-Sünnettir,
diyerek, her şeyi
cemaata yedirir ve hizmet yapan çocuklar aç
kalırlar.
Yemekten sonra hocanın ellerini yıkaması için su
döken çocuklarla
hoca şakalaşmak ister:
-Balam
sizin
adınız ne, der.
Çocuklar:
- Farz
hoca
efendi, derler.
Hoca:
-Balam
hiç farzdan ad olur mu?” der.
Çocuklar
da:
-Olur ya,
sünnet diyelim de bizi de cemaata yediresin öylemi
?” derler…
Bizim
eve de buyursun!
Bir
zat Ramazan’da hiç evine gelmez, boyuna davetli davetsiz
iftarlara gidermiş. Bir akşam birisi evine gelerek:
-Bu akşam sizin
efendiyi filan yerde
iftara davet ediyoruz, buyursunlar,deyince,
Evin hanımı:
-Ramazan neredeyse bitecek, efendiyi gören yok. Siz
görebilirseniz söyleyin. Bir gece de kendi evinde iftara
buyursun!
Borcun
var mı?
Bir
ramazan günü III. Mustafa'nın veziri Koca Ragıp Paşa'nın
konağında
yapılan sohbet esnasında Ragıp Paşa Şair Haşmet'e hitaben:
-
'Senin de
borcun var
mı Haşmet?' diye sorar ve ondan sonra şu cevabı alır:
-
Evet efendim, mahalle bakkalına bin kuruş, kasaba beş yüz kuruş...
Ragıp Paşa sorusunun
anlaşılmadığını
düşünerek şu
açıklamayla birlikte
tekrarladı sorusunu:
-
'Ben onu
sormuyorum,
oruç borcun var mı?'
Şair Haşmet bu soruyu
şöyle
cevaplamış:
- Paşam,
oruç
borcunu Allah sorar; sizin soracağınız kul borcudur.
Bu
mahalleden değiliz de...
Evvel
zaman
içinde iki şair ve edip ahbap Mehmet Celâl ile Faik Esad,
Beylerbeyi’nde bir dostun iftar davetine icabet için yola
koyulup karşıya geçiyorlar; fakat vakti iyi hesap edememişlerdir
ve iftara daha saatler vardır. Bunun üzerine iki ahbap,
- Camiye
gidelim, vaaz dinleriz, vakit
geçer, fikriyle Beylerbeyi Camii’ne girip bir tarafa
ilişiyorlar.
Vaiz kürsüye çıkmış cehennemden
bahsetmekte, diliyle etrafa yıldırımlar savurup şimşekler
çaktırmakta, "zebânileer, alevleer, katran kuyularıı”
dedikçe cemaat dehşetle tir tir titremektedir.
Bizimkiler vaizin
tehditlerine pek kulak asmamaktadır ama ahalinin çoğu kapıldığı
haşyetle hüngür hüngür ağlıyor.
Ağlayanlardan
biri,
gözyaşlarını silerek Faik Esad’ın sırtına dokunuyor, kısık sesle,
- Siz
vaizi dinlemiyor musunuz? diye
soruyor.
"Dinlenmez olur mu, dinliyoruz elbet” diye cevap veriyor
bizimki,
"Peki ne dediğini anlıyor musunuz?” "Anlıyoruz elbette,
niçin soruyorsun peki?”
Adam
hayretle
devam
ediyor,
- Yahu bizim
ağlamaktan
ciğerimiz sökülüyor, gözümüz dışarıya
uğruyor sizde ise hiçbir elem işareti yoktur, nasıl oluyor bu?
Şair
cevap
veriyor:
-
Efendim biz bu
mahalleden değiliz, yabancıyız, misafirliğe geldik de!.
“Buba
Ramazan nedur?”
Temelin küçük kızı Emine, Ramazan ayında
babasına:
-Buba Ramazan nedur? diye sorar.
Temel:
- Kiizz Emunem, Üstadum dedu ki: Ramazan İslâmun
şartlarunun birunculerindendur. Bülûğ çağuna eren her Müslümana oruç
tutmak farzdur.
Emine:
-Buba ver elime, ben de tutayum” der.
Temel:
-Kizum elle değül, bir gün yemek yemeden, içmeden aç kalarak oruç
tutacaksun” der.
Emine:
-Anladum buba, der.
Temel:
-Emunem,
diluna, gözuna, kulağuna da sahip olacaksun yoksa aç kalman fayda
etmez” der.
Emine:
“Vuuyyy, o zaman arkadaşım Hatice’ye de bir daha
karuşmuyacağum buba, der.
Bunları Ramazana Verin
Vaktiyle
adamın birisi her şeyin en güzelini bir yana ayırır, "Hanım bunu
Ramazan'a sakla" dermiş. Gel zaman git zaman Ramazan ayı gelmiş,
güzel güzel yemekler pişmeye, iftar sofraları dolup taşmaya
başlamış.
Günlerden bir gün kapıya bir
dilenci gelmiş ve Allah için bir yardım istemiş.
Kadın:
"Adın ne senin?" demiş.
"Ramazan"
"Ramazan mı? Dur öyle ise..."
Evde ne kadar ayrılmış güzel yiyecek,
içecekler varsa kaplara doldurmuş.
"Al git bunları, bizim bey sana saklıyordu"
demiş.
Çayımı
içim gelirem
Bir
gün
Erzurum kahvelerinden birinde insanlar iftar vaktinin gelmesini
beklerken o anda
içeriye biri hızla ve şiddetle girmiş:
-Abi
çabuk goşu gelin bi tenesi orucuni basır cigara içirdi
gözümün ögünde kahveden
biri
cevap verir:
-Ola tamam
bi
dur neye fenikisen ambu çayımi içim gelirem.
Çömlek
hesabı
Ramazan
günlerini hesaplamak için bir çömleğin
içine her gün bir taş atar, Hoca. Bir avuç taş
doldurur çömleğin içine Hoca'nın yaramaz oğlu,muziplik olsun diye. Bir
zaman sonra
arkadaşları:
-Bugün Ramazan'ın kaçı acaba? diye sorarlar
Hoca'ya. Hoca'da:
-Şimdi eve gider öğrenirim, der ve evinin yolunu tutar.
Çömleği boşaltır; bir sayar, iki, üç sayar... Taşların yüz yirmi beş
tane olduğunu görür. Şaşkın bir halde döner arkadaşlarının yanına Hoca.
- Arkadaşlar, bugün, Ramazan'ın kırkbeşi" der.
Hoca'nın bu cevabına gülüşür ve aralarından biri:
-Aman
Hocam, bir ay otuz gündür. Hiç Ramazan'ın kırkbeşi
olur mu? diye itiraz eder.
Hoca,
biraz
şaşkınlık biraz da kızgın bir ifadeyle:
-Ben yine
insaflı davrandım. Benim çömlek hesabına bakacak
olursak; bugün Ramazan'ın yüz yirmi beşi!"der.
Deniz
oruç bozar mı?
Birgün Naim Hoca`ya
sormuşlar;
-Denize girersek orucumuz
bozulur
mu?´ diye.
Naim Hoca şöyle
cevap vermiş;
- Ula uşahlar, Remazanda
siz denize
girersez orucuz bozulmaz. Amma deniz size girerse orucuz bozilir. Ona
göre...
Gökte
Misafir Edilen Ne Yer?
Nasreddin Hoca,
Ramazan ayı boyunca vaazlar etmek, namazları, teravihleri kıldırmak
üzere evine uzak bir köyde işe başlamış. Hoca’ya köyde bir oda tahsis
etmişler. Görevi kısa süreli olduğundan Hoca ailesini getirmemiş,
odasında tek başına kalıyormuş.
Köyde vaaz ederken bir ara Hz. İsa’nın göğe çekildiğinden söz etmiş.
Camiden çıkınca yaşlı bir kadın yanına yaklaşıp :
- Hoca efendi, Hz. İsa göğe çekildi dedin, ama orada ne yeyip ne
içtiğini anlatmadın!
Hoca:
- Bre kadın, günlerdir bu köyün misafiriyim. Bir gün olsun misafirimiz
ne yer ne içer demediniz de, gökte misafir edilen Peygamberin ne yeyip
ne içtiğini soruyorsun ! demiş
Halim
Mecalim yok
Sohbet
sırasında Bektaşi’ye sormuşlar:
-Baba Erenler niçin
oruç tutmazsın?
Bektaşi’de mazeret hazırdır:
-Vallahi tutmak isterim ama
halim mecalim yok.
Bektaşi’yi zorda bırakmak
için bir soru daha sorarlar:
-İftara çağırsalar gider misin?
-Doğrusu ne yapar eder giderim.
Bektaşi’nin bu cevabına
itirazlarını bildirirler:
-Bu nasıl olur? Allah’ın emrini dinlemiyorsun da kulların davetini
kaçırmıyorsun!
Bektaşi’nin cevabı hazırdır:
-Bunda
şaşılacak ne var? Bilirsiniz ki Cenabı Hak merhametlilerin
merhametlisidir ve affedicidir. Fakat insanlar böyle midir? Onlar,
en küçük bir sebepten güceniverirler. Bunun
için kulların davetlerini kaçırmamak gerekir
İtibar
Softanın biri Bektaşinin önüne geçti:
-Ey Erenler; iyisin,
hoşsun,
ilim irfan sahibisin; bir de oruç tutup, namaz kılsan, bizim
nazarımızda da itibarın olur o zaman, dedi.
Bektaşi
gülümseyerek:
-Sizin nazarınızda
itibar
kazanmak için, Tanrı önündeki itibarımı zedeleyemem,
dedi.
Nasıl
Yetişeceksin
Sultan
II.Mahmud Han zamanında bir zât, Ramazanda bazı ahbab ve
tanıdıklarını
iftara davet etmiş. Meşhur şair İzzet Molla da davetliler arasındaymış.
Yatsı
ezanı okunmuş, cemaatle namaza başlamışlar. İmamlık eden zât,
namazı neredeyse
iki secdeyi bir edecek kadar acele kıldırıyormuş. Çok kısa
zamanda sonuncu
rekatın tahıyyatına gelmişler. O aralık dışarıdan bir adam gelip namaz
kıldıklarını görünce:
-Hazır
abdestim varken ben de cemaate yetişeyim, diye düşünüp
safa dahil olacağı
sırada cemaat selam vermiş.
İzzet
Molla dönüp adama şöyle demiş:
-Be
adam! Biz içinde iken yetişemiyoruz, sen dışarıdan gelip nasıl
yetişeceksin?
Niyet
Bektaşi'ye,
sahurda sorarlar:
–
Oruca nasıl niyet etmeli?
Bektaşi,
tıka basa yedikten sonra cevap verir:
– Dayanırsam tutarım,
dayanamazsam yutarım diye niyet edip ağzını
çalkalamalı.
Oruç
farz sahur sünnet
Adamın
biri hergün hanımını zorlayarak sahura kaldırıyor yemek hazırlatıp
sahur yiyormuş sonrada
orucu.
Birgün beşgün bu böyle
sürerken; kadın artık dayanamamış ve:
-Ula
herif
sende hiç vicdan yokmu orucu tutmuyorsun bana zorla sahur
hazırlatıyorsun, demiş.
Adam:
-Oruç
farz.sahur yemek sünnet değilm?i diye sormuş
Kadın:
-Evet
demiş
Adam:
-E hanım
farzı yapmıyorsak sünneti demi yapmayalım, demiş.
Oruç
gitti ama
Oruç
tutan Bektaşinin biri pek fena
susamış. Vakit geçirmek için kırda giderken bakmış
gürül gürül akan bir
çeşme... Adeta kendinden
geçmisş bir halde
ağzını dayayıp lıkır lıkır
içmeye baslamış
-Aman
erenler ne yaptın? Oruç gitti, diye seslenmiş.
Bektaşi,
ağzınıniki yanından süzülen sular bağrına doğru inerken cevap
vermiş:
-Oruç
gitti, ama fakire de can geldi!
Oruç Tutayım Diye Bozdum
Aylardan
Temmuz. Günler oldukça sıcak ve uzun. Aylardan Ramazan.
Sabah erkenden
başlayıp, gün boyu tırpanla ot biçmiş Tonyalı. Hararetten,
dili bir karış dışarıda varmış evine. Kafaya takmış, orucu
bozacak
ama, arkadaşı bırakmıyor:
– Orucunu bozma, aha şunun şurasında akşama ne kaldı ki?
Bir punduna getirip bozmuş orucunu Tonyalı. Arkadaşı:
–Ne yaptın? Nasıl bozdun orucu? Deyince cevap vermiş Tonyalı:
–Baktum ki, orucu bozmazsam susuzluktan öleceğum.
Ölürsem bir daha Allah için
oruç tutamayacağum. Dedum, ey Rabbum, yaşayup senin için
oruç tutayim diye
orucumu kestum.
Oruçluyken
Kaç Hamsi Yersin?
Dursun,
Temel’e sormuş:
-Oruçlu
oruçlu kaç hamsi yiyebilursun Temel?
-100 tane
yiyebilurum.
-Hadi ordan,
yesen yesen 1 tane yiyebilursun, gerisini oruçsuz yemiş
olirsun,” demiş.
Bu espri
Temel’in çok hoşuna gitmiş. Bir gün yolda giderken Cemal’i
görmüş ve hemen sormuş:
-Uşağum
oruçlu oruçlu kaç hamsi yiyebilursun?
Cemal:
-50 tane,
demiş.
-Ha uşağum 100
tane deseydun sana müthiş bir espri yapacaktum!
Pabuçları
yürüteyim derken...
Bir
Ramazan gecesi Ayasofya Camiinde teravih namazı kılındıktan sonra dua
esnasında açıkgöz yankesicinin biri, yanındaki adamın
cebindeki bir enfiye kutusunu el çabukluğu ile aşırır. Bununla
da yetinmez, kalkarken adamcağızın kunduralarını da paltosunun altına
saklar. Malları çalınan, her iki hırsızlığın da farkındadır.
Önce hiç ses çıkarmaz. Fakat tam caminin iç
kapısından çıkarlarken, hırsızın hafifçe omzuna vurur ve
koluna girer. Hırsız, şaşırarak döner. Efendi, gayet nezaketle:
-Siz,
namazdan evvel benden enfiyeniz var mı diye sormuştunuz, fakat
kutuda enfiyem tükenmiş, takdim edememiştim. İnanmanız için
enfiye kutusunu da size vermiştim, sonra namaza durmuştuk. Şimdi eksik
olmayın, kunduralarımı da almış, taşıyorsunuz. Zahmetinize
teşekkür ederim. Bu lûtfunuza artık hacet kalmadı.
Pek
tabiî olarak, hırsızın yüzü alı al, moru mor! Enfiye
kutusunu ve kunduralarını geri alanın bu sözlerini işiten halktan
bir kısmını hem güldürür, hem hırsızın yakasına
yapışırlar ve onu doğruca karakola götürürler.
Komedinin
devamı
buradadır. Komiser, hırsıza çıkışır:
- Be herif!
Bu
kaçıncı rezaletin? Kaçıncı kundura hırsızlığın? Neye
yaparsın bu işi?
Hırsız,
boynunu
bükerek:
-
Hakkınız var efendim, der. Kusurum var, kötü bir alışkanlık!
Fakat çok şükür bu defa cemaatten dayak yemeden
pabuçları geri verdim, enfiye kutusunu da. Şaşkınlığım yeter.
Ancak, Allah aşkına siz de halime merhamet buyurun, hiç olmazsa
bir kerecik burada dayak yemiyeyim.
Ramazan-ı
Şerifi Memnun Etmek
Bir
çok Ramazanı birlikte geçirmiş olan bir hanımla beyi
konuşuyorlarmış.
Bey,
hanımına:
-Hanım, bunca
senedir oruç tutuyoruz. Acaba Ramazan-ı Şerif’i hiç
memnun edebildik mi? diye sormuş.
Hanım:
-A
efendi! Düşündüğün şeye bak, o mübarek
hiç memnun olmasaydı, her sene 10 gün önceden gelir
miydi? demiş...
Sahuru da
öne alsalar
Bektaşi babasına
sormuşlar:
- Baba erenler, ramazan hakkında ne düşünüyorsun?
Bektaşi babası:
- Vallahi, demiş; iftara bir şey dediğim yok ama, şu sahuru da
öğleye alsalar
daha iyi olurdu.
Sen
ne işe yaradın?
Bektaşi
ile Hacı Osmanlı, zamanında
ramazanda
içki içerken yakalanırlar. Kadı yaptıklarının cezasının
ne olduğunu bilip bilmediklerini sorar bunlara.
Hacı
af dileyerek:
-Şeytana
uyduk kadı efendi, der ancak Kadı
Hacı'ya idam cezası verir.
Bektaşiye
sıra gelir ve der ki:
-Kadı
efendi ben gayri-müslümüm, bana oruç farz
değildir. Kadı Bektaşiyi serbest bırakır.
Bektaşi
kadıya sorar
-Kadı
efendi ben de şehadet getirsem,
müslüman olsam, arkadaşımı da bağışlar mısın?
Kadı
efendi düşünür
-Gavuru
müslüman yapmanın ona
sağlayacağı sevabı hesap eder ve Hacı'yı da affeder.
Kadının
huzurundan ayrıldıktan sonra hacı
şaşırararak Bektaşiye sorar:
-Sen
ne biçim adamsin be, bir
dinli
oluyon bir dinsiz, sende iman yok mu bire münafık? deyip azarlar.
Bektaşi
de:
-
Gavur oldum kendimi, müslüman
oldum
seni kurtardım be. Peki sen ne işe yaradın?
Senede
iki kez
Bayramın
yaklaştığı günlerden birinde, iftar sırasında, misafirlerden biri:
-Keşke, Ramazan,
senede
iki kez gelse.
Aynı sofrada
misafir
bulunan Bektaşi, hemen şu cevabı verir:
-Öyleyse
Ramazan
gider gitmez neden bayram yaparsınız? İnsan, sevdiği gidince bayram mı
yapar
hiç!...
Sohbet
Arkadaşı
Osmanlı’da her devletlünün Allah
dostu bir sohbet arkadaşı vardır. Paşa’nın musahibi Haşmet Baba adlı
haramdan sakınıp, sözünü sakınan, hikmet ehli bir
zattır. Koca Ragıp Paşa “Bu ayda tebasında bulunanlara kolaylık
gösterenler affonulur” müjdesi mucibince Haşmet’i de yanına
alarak, tebasındakilerin çarşı-pazar defterlerini kontrole
gider. Paşa’nın her ramazan yaptığı bu gizli işini sadece Haşmet Baba
bilir.
Ragıp
Paşa bir manava girip:
“Selamün-aleyküm.
veresiye defteriniz var mı?”,
“Vardır”
cevabını alınca, o defterde ne borç varsa öder. Esnaf da
Paşa’nın huyunu bilip, gizlilik tembihine uyar. Borcu ödenenler,
Allah’a hamdü senâ eder. Nüktedan Ragıp Paşa işi
bitince Haşmet’e takılmadan edemez.
-
Bre Haşmet ölümü düşünürüm de. Kabir
taşıma ne yazdırayım?
-
“Dün altımda olanlar, bugün üstümde” yazdır Paşam!
-
“Hoş bir cevap verdin. Senin de borcun var mı?”
-
“Vardır elbet, bakkal tayfasına 2 altın, manava 3 altın...”
-
“Sana kul borcunu değil, orucu sordum yahu!..”
-
“Siz sadece kul borcunu sorarsınız, orucu ancak Yüce Allah sorar.”
Su
katıyorlar
Bektaşinin
birini ramazanda içki içtiği için yaka paça
kadıya götürürler.
Çakırkeyif
Bektaşi'yi
görür görmez kadı:
- Behey
kafir! Bu yaşta hala içiyorsun bu zıkkımı. Utanmıyor musun?
Bilmiyor musun haram olduğunu? der.
-
Sırtınızdaki ipek kaftan da haramdır..." diye karşılık verir Bektaşi.
Kadı:
- Bunun
içine pamuk katarlar.
Bektaşi:
-
Dünyada doğru adam mı kaldı, şaraba da yarı yarıya su katıyorlar,
der.
Temel
oruç tutarsa
Temel,
Ramazan
günü Sultan Ahmet meydanında sabırsızlıkla
biran önce iftar vaktinin gelmesini beklemektedir. Güneş
tepede,Temelin dilini
damağını kurutmaktadır.
Derken
bir turist
kafilesi gelir
içlerinden birkaçı
oradaki satıcılardan irice bir karpuz alır ve temelin gözü
önünde sapır şupur
yemeye başlarlar. Bir süre sonra bizimki yerinden kalkar usulca
yanlarina
yaklasir ve kulaklarina egilerek:
-Uy,dininizun
kiymetini
pilesinuz ha!
Teravihi Unuttu
İki kafadar
Ramazan’da kadı kıyafetine girerek köy köy dolaşmaya ve
birkaç basit soru sorup cevap veremeyen köylüleri
falakaya yatırıp para kazanmaya başlamışlar. Kadı Efendinin bu durumdan
haberi olunca, bunları yakalatmış ve:
-Bu sabah
namazının, bu öğle namazının, bu ikindi namazının, bu akşam
namazının, bu yatsı namazının, diyerek kırk sopa attırıp bıraktırmış.
İki kafadar
köyden uzaklaşınca birisi:
-Tabanlarım
sızlıyor, şurada oturup dinlenelim, deyince diğeri:
-Yürü
yürü! Dinlenmenin sırası mı şimdi? Kadı Efendi teravihi
unuttu. Hatırlarsa vay halimize!
Tiryakinin Hali
Ramazan
hilâli görülmeyince oruç tutmanın caiz
olmayacağını bilen bir tiryaki, hilâli görmemek için
evinin pencerelerini kapayıp perdeleri de sımsıkı örter, geceleri
mahalle kahvesine giderken de başını önüne eğermiş. Nasılsa
bir su birikintisi içinde hilâlin aksini görünce
ürkerek şöyle demiş:
-Hey
mübarek! Gözüme mi gireceksin? Anladık işte Ramazan
başlamış!
Yalansa
Abartıcı bir kişi olarak
tanınan hattat İzzet Efendi bir dostuna:
- Dün gece sabaha kadar oturdum, bir Kur’an yazıp bitirdim, demiş.
Az sonra dostu söze girmiş :
-
Geçen Ramazan’da
Kandilli’ye, bir iftar yemeğine gidiyordum. Boğaziçi’nde
öyle bir fırtına çıktı ki... Dalgalar bindiğim kayığı
sahildeki minarelerin şerefelerine kadar çıkardı. Kayık dalgalar
arasında sallanırken iftar oldu, toplar atıldı. Ben de sigaramı
kandillerden yakıp orucumu bozdum.
Mustafa İzzet Efendi
bağırmış :
-Yalan !..
-Yalansa, senin dün gece yazdığın Kur’an-ı Kerim çarpsın.
Yumuşasın
Diye
Adamın biri Ramazan günü erik
yiyormuş. Bunu gören adam:
-Yahu, Müslüman olan böyle
oruç yer mi? demiş.
Adam:
-Hayır oruçluyum, cevabını verince
adam, avurdunun şişliğini işaret ederek:
-Ağzındaki nedir? diye sormuş.
Adam:
-Eriktir, iftara kadar yumuşasın diye
ağzımda tutuyorum! demiş.
|